AleviSesi

Alevilik, Hz. Ali (a.s)'ın yolundan gitmektir.

Köşe Yazıları

Tövbe

İçinde bulunduğumuz günler, İslâmî açıdan gerçekten çok değerli günlerdir. Recep, şaban ve ramazan ayları, zaman olarak yılın maneviyat açısından en değerli aylarıdır. Yüce Allah’ın bu günlerde rahmet kapıları lika taliplerinin yüzüne açılmıştır. Recep ve şaban ayları tövbe ve istiğfar ayları olurken, Ramazan ayı inabe/Allah’a ve feyizlerine yönelme ayıdır. Recep ve şaban ayında tövbe edip tertemiz bir konuma gelen kalp, ramazan ayında İlâhî Nur’a yönelip İlâhi’nin açtığı rahmet ve Kur’ân sofrasından hakkına düşeni almaya hak ve ehliyet kazanır.

O nedenle recep ile şaban aylarını, ramazanda bazı liyakatleri elde etmenin mukaddimesi olarak görebiliriz. Namaza girmek için abdest bir mukaddime ise, ramazandaki feyizlerden yararlanmak için de recep ve şaban aylarını en güzel şekilde derk etmek gerekir. Nitekim ramazan ayının son günlerinde yer alan Kadir Gecesi faziletini idrak etmek için de önceki günlerde insanın kendisini hazır hâle getirmesi, ilâhî ziyafette aklının, kalbinin ve basiretinin önüne serilen Kur’ânî Maide’den en fazla payını alması gerekir.

İlâhi’nin sunduğu manevî nimetleri kazanmaya lâyık olmak için her şeyden önce insanın madde âlemindeki günahların girdabında bulaştığı günahlardan, kirlerden temizlenmesi için tövbe etmesi gerekir. Önce nefsi tezkiye etmek; maneviyatın, ilâhî ilhamın, hikmetin ve feyzin mahzeni olan kalbi temizlemek lazımdır. Tövbe edip günahtan temizlenmek, günah işlemekten pişman olan insanın birinci yapması gereken iştir. Günahtan tövbeden sonra ise Allah’a ve özel bağışlarını kazanmaya yönelme anlamındaki inabe aşaması gelir.

Peki, tövbe nedir, inabe nedir, tövbe kaç çeşittir?

Masum olmayan bizlerin her birimizin hayatı boyunca yaptığı çeşitli günahları vardır. Her şeyden önce şunu unutmamak gerekir: Sürekli günah işleyen bir insanın gerçek anlamda ve sahih şekilde tövbe etmesi çok zordur. İşlediği türlü günahların çirkin izlerini kalbinden, aklından, fikrinden ve tüm benliğinden söküp atması imkânsız demesek de meşakkatli bir iştir ve çok az kişi gerçek anlamda sahih tövbe makamına ulaşabilmiştir. O nedenle hadislerimizde, “Günahtan tövbe etmek yerine, hiç günaha bulaşmamaya çalışın. Günaha bulaşmama, günahtan tövbe etmekten daha kolaydır.” denilmiştir.

Tövbe; günahın pisliğinden fıtratın temizliğine, batıldan hakka, yanlış yoldan doğru yola, itaatsizlikten itaate, nefsaniyetten nefsin özüne dönmek anlamındadır. İnabe ise tövbe aşamasından, yani cismanîlikten ruhanîliğe, tabiattan fıtrata dönüşten sonra günahlardan arınan gönlün, aklın, kısacası insanî benliğin günahtan ruhaniyete ve fıtratın temizliğine erişmesinden sonra, fıtrattan ve ruhaniyetten Yüce Allah’a dönüş demektir.

İmam Humeyni (r.a) tövbenin ve inabenin hakikati hakkında şöyle buyurmuştur:

“Bil ki tövbe, çok önemli ve çok zor menzillerden biri olup günah ve itaatsizlik sonucunda fıtratın nur ve ruhaniliğinin tabiat karanlığıyla engellenmesi sonrasında, tabiattan nefsin ruhaniliğine dönüşten ibarettir. Nefs, fıtratın başlangıç aşamasında her türlü kemal, cemal, nur ve manevî sürurdan ve aynı zamanda bunların karşıtlarından yoksundur. Adeta her tür çizim ve tasvirden boş bir sayfa gibidir; ne ruhanî kemallere ve ne de bunların karşıtlarına sahip değildir. Ancak her makamı edinme yetenek ve yeterlilik nuruna sahiptir; fıtratı sebat ile ve mayası zatî nurlarla kaplıdır. Bu nedenle günah işlediği zaman gönlünde bir karartı oluşur ve işlenen günahın çokluğuyla karanlık da çoğalır. Ta ki kalp tümüyle kararır, karanlığa gömülür; fıtrat nuru söner ve ebedî bahtsızlığa uğrar. İnsan, gönül sayfası boydan boya karanlık tarafından kuşatılmadan önce bu hâlinden, gaflet uykusundan uyanacak ve uyanış menzilinden sonra tövbe menziline girecek olsa, tabiî karartı ve karanlık hâllerinden asıl fıtrat nuruna ve zatî ruhaniyet hâline dönecektir. Bu durumda gönlü tekrar kemallerden ve karşıtlarından boş bir sayfa gibi olacaktır. Nitekim bir hadiste şöyle geçer: ‘Günahtan tövbe eden kimse, hiç günahı olmayan kimse gibidir.'[1] Demek ki tövbenin hakikati, tabiatın hüküm ve getirilerinden, ruhanîlik ve fıtrat hükümlerine dönüştür. İnabenin hakikati ise fıtrat ve ruhanîyetten Allah’a dönüş, nefs evinden en yüce amaca hicrettir. Şu hâlde tövbe aşaması, inabe aşamasından daha önceliklidir.”[2]

Şunu da bilmemiz gerekir ki, insanın tövbe edebilmesi için, öncesinde ilâhî inayetin ve tevfikin tövbe etmesi gereken şahsa nail olması gerekir. Yüce Allah belirli yeteneğe sahip günahkâr kuluna lütufta bulunacak ki tövbe etme aşamasına gelmiş olsun. Eğer ilâhî inayet, lütuf ve tevfik olmazsa ve bu anlamda yüce Allah insana dönüş yapmazsa, günah bataklığındaki insanın tövbe edebilmesi imkânsızdır. Önce tevfik anlamında yüce Allah günah girdabından kurtulma liyakatini kendisinde oluşturan kula bakacak ki kul da tövbe edebilsin. Kulun tövbe etmesinin ardından ise, Yüce Allah’ın ikinci tövbesi devreye girer. O da gönülden tövbe eden günahkâr kulunun günahlarını affetmek üzere Yüce Allah’ın ona dönüşünden ibarettir. Buna göre, ortada birbirinden farklı üç tövbe çeşidi vardır ki, kulun tövbesi Allah’ın iki tövbesinin arasında yer almaktadır.

Dolayısıyla tövbe aşamasında üç dönüş ve tövbe söz konusudur:

1- Yüce Allah’ın, günahlarıyla kendisinden yüz çeviren, ama bazı yeteneklere sahip olan kuluna inayetiyle tövbe etmesi (dönmesi): “Sonra tövbe etsinler diye Allah onlara rahmetiyle tövbe etti (döndü).”[3]

2- Günahkâr kulun Rabbine dönüş yapıp tövbe etmesi: “Çeşitli kötülükler işledikten sonra arkasından tövbe edip iman edenlere gelince; şüphe yok ki, senin Rabbin o aşamadan sonra affedici ve merhametlidir.”[4]

3- Yüce Allah’ın tekrar bu kulunun günahlarını affederek ona tövbe etmesi (dönüş yapması): “Tâğuta kulluk etmekten kaçınıp, Allah’a yönelenlere müjde vardır.”[5]

Bu üç tövbenin gelişmesinin ardından da bir üst merhaleye çıkma aşaması başlar ki, onun da adı inabedir. Bu makalede tövbeyi konu edindiğimiz için, inabeyle ilgili geniş bilgi vermiyor, yukarıdaki açıklamalardan sonra tövbenin sıhhat, kabul ve kemal şartlarına değiniyoruz:

Tövbenin Sıhhat Şartı:

Bir tövbenin sahih ve doğru gerçekleşmesi için iki şart gereklidir:

1- Önceden yapılan kötü işlerden, günahlardan dolayı pişmanlık duymak.

2- Önceden yapılan günahlara geri dönmeme ve bir daha günah işlememe kararı almak.

Nitekim bir hadiste şöyle geçer: “Tövbe; kalbin pişmanlığından, dilin bağışlanma dilemesinden, azaların günahı terkinden ve günaha dönmemeye kararlı olmaktan ibarettir.”[6]

İmam Humeyni (r.a) de bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Bil ki: Kâmil bir tövbenin kimi rükün ve şartları vardır ki, onlar olmadıkça sahih tövbe gerçekleşmez. Tövbenin doğruluk/sıhhat veya öncü veya temel şartı iki şeydir: Biri, geçmiş hata ve günahlardan dolayı pişmanlık ve diğeri, günaha asla dönmemeye kararlılık. Gerçekte bu ikisi, tövbe hakikatini gerçekleştirmektir ve tövbenin zatî mukaddimeleri sayılır.”

Tövbenin Kabul Şartı:

Tövbenin kabulünün ise iki temel şartı vardır:

1- Hakku’n-Nas dediğimiz kul haklarını yerine getirmek; kendilerine haksızlık edilen insanların haklarını eda etmek. Yani mahlûkun hakkını geri vermek.

2- Hakkullah dediğimiz ilâhî hakları yerine getirmek. Yani Halik’ın hakkını eda etmek.

Tövbe eden kişi, halktan haksız yere aldığı her şeyi onlara iade etmeli, onlardan helallik almalı ve söz konusu hakkı mümkün şekilde telafi etmelidir. Aynı şekilde eğer Allah’ın haklarından birini terk etmişse, yapmadığı farzları kaza ve eda etmelidir.

Tövbenin Kemal Şartı:

Tövbenin sıhhati ve kabulü için gerekli olmayıp sadece kemali ve mükemmelliği açısından gerekli olan iki şartı vardır:

1- Haramdan biten bedenin etlerini hüzünle eritmek; öyle ki bedende haramdan bir eser kalmasın.

2- Günahın, itaatsizliğin tadını alıp zevkini sürdüren bedene, itaatin zahmetini, acılığını ve zorluğunu tattırmak.

Müminler Emiri İmam Ali (a.s), huzurunda “Esteğfirullah (Allah’tan bağışlanma diliyorum)” diyen adama şöyle buyurdu:

“Anan yasına ağlasın! İstiğfarın ne demek olduğunu biliyor musun? İstiğfar, yüce makam sahiplerinin derecesidir. İstiğfarın altı şartı vardır: İlki, geçmiş günahlar hakkında pişman olmak; ikincisi, o suçları ebediyen terk etmeye azmetmek; üçüncüsü, mahlûkatın haklarını eda ederek, üzerinde bir kul hakkı olmadan pürüzsüz olarak Allah’a kavuşmak; dördüncüsü, üzerine farz kılındığı hâlde zayi ettiğin her farizanın hakkını eda etmeyi kastetmek; beşincisi, haram kazançla bedeninde oluşan eti gamla ve hüzünle, deri kemiğe yapışıncaya kadar eritmek ve o ikisinin arasında yeni et oluşmasını sağlamak; altıncısı ise vücuduna asiliğin tatlılığını tattırdığın gibi, itaat elemini de tattırmak. İşte bunları gerçekleştirdikten sonra ‘Esteğfirullah’ diyebilirsin.”[7]

İmam Humeyni (r.a), de İmam Ali’nin (a.s) bu buyruğunu şöyle şerh etmiştir:

“Bu hadis-i şerif, öncelikle tövbenin iki rüknü (sıhhat şartı) olduğunu, bunların pişmanlık ve günaha tekrar dönmeme azmi olduğunu içermektedir. Ayrıca tövbenin kabulünün de iki önemli şartını ihtiva etmektedir. Bunlar ise, kul haklarını eda etmek ve Yaratıcı’nın haklarını yerine getirmektir. İnsanın sadece ‘Tövbe ettim.’ demesi ondan kabul edilmez. Tövbe eden kimse, insanlardan haksız yere aldığını geri veren, üzerinde başka kul hakları varsa onları eda eden veya hakların sahibini razı eden kimsedir. Tövbe eden kimse, terk ettiği dinî farzları tümüyle kaza veya eda eden, eğer bunların tümünü yerine getiremiyor ise imkânı ölçüsünde hareket edip yerine getiren kimsedir. Müminler Emiri’nin (a.s) buyurduğu diğer iki şart ise, tövbenin kemal şartlarından ve kâmil tövbenin şartlarındandır. Bunlar olmasa da tövbe gerçekleşir ve hatta kabul edilir; ancak onların yokluğu tövbenin kâmil olmadığını gösterir.”

Son olarak şunu da hatırlatalım ki, etkisi kalpte hissedilecek şekilde dille istiğfar etmenin önemli olmasıyla birlikte, tövbenin gerçekleşmesi için illa da sözlü olarak tövbe etmek gerekmiyor. İnsanın iyi bir iş yapması da günahının bağışlanmasına sebep olabilir. Örneğin Mecmau’l-Beyan adlı tefsirde Ebu Osman’dan şöyle rivayet edilir:

“Bir ağacın altında Selman ile birlikte oturuyordum. Ağaçtan kuru bir dalı tutup yaprakları dökülünceye kadar silkeledi. Sonra dedi ki: ‘Ey Ebu Osman, niçin böyle yaptığımı sormayacak mısın?’ Dedim ki: ‘Niçin yaptın?’ Dedi ki: ‘Resulullah da böyle yaptı. Ben onun yanında bir ağacın altında bulunuyordum. Ağacın kurumuş bir dalını tutup bütün yaprakları dökülünceye kadar silkeledi. Sonra şöyle buyurdu: ‘Ey Selman, niçin böyle yaptığımı sormayacak mısın?’ Dedim ki: ‘Niçin yaptın?’ Buyurdu ki: ‘Bir Müslüman bütün gereklerini eksiksiz bir şekilde yerine getirmek suretiyle güzel bir abdest alır ve ardından beş vakit namazını kılarsa, onun günahları şu yaprakların dökülmesi gibi dökülür.’ Ardından, ‘Gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namazı ikame et. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir.'[8] ayetini okudu.”

Yine Mecmau’l-Beyan adlı tefsirde Hâris kanalıyla İmam Ali b. Ebu Talib’in şöyle buyurduğu rivayet edilir:

“Peygamber efendimizle (s.a.a) birlikte mescitte namazın vaktinin girmesini bekliyorduk. Bir adam yerinden kalktı ve ‘Ya Resulallah, ben bir günah işledim.’ dedi. Peygamberimiz (s.a.a) onu duymamazlıktan gelerek yüzünü bir yana çevirdi. Peygamberimiz (s.a.a) namazı tamamladıktan sonra, adam tekrar yerinden kalktı ve önceki sözlerini tekrarladı. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.a) adama hitaben şöyle buyurdu: ‘Yoksa sen güzel bir abdest alarak bizimle beraber şu namazı kılmadın mı?’ Adam, ‘Evet, kıldım.’ dedi. Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: İşte bu, senin işlediğin günahın kefaretidir. (Bu iyi işi yapmakla tövben gerçekleşmiş, günahın bağışlanmıştır.)”

[1]- Usul-i Kâfi, c.2, İman ve Küfür Kitabı, Tövbe Babı, 10. Hadis

[2]- Kırk Hadis Şerhi, 17. Hadisin Şerhi

[3]- Tevbe, 118

[4]- A’râf, 153

[5]- Zümer, 17

[6]- Tasnifu Gureri’l-Hikem ve Düreri’l-Kelim, s.194

[7] -Nehcü’l-Belâğa, Hikmetli Sözler, 417. Hikmetli Söz

[8]- Hûd Suresi, 114. ayet

The following two tabs change content below.

Musa GÜNEŞ

Latest posts by Musa GÜNEŞ (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.