AleviSesi

Alevilik, Hz. Ali (a.s)'ın yolundan gitmektir.

Temel İnançlar (Usul-u Din)

Tevhid (Allah İnancı) 2

İmamlarımızın Allah Anlayışı

…Hz. Cafer Sadık(as)’ın ününü duyan bir inançsız onunla tartışmak için yanına geldi. İmamın karşısına oturdu. Herkes yanlarında toplanmıştı.

İmam inançsıza buyurduki:

-Doğuya ve batıya gittin mi?

-İnançsız hayır dedi

İmam buyurduki:

-Yer için alt ve üst olduğunu biliyormusun (Yerin altını ve üstünü).

-İnançsız evet dedi,

İmam buyurduki:

-Onun altına gittin mi?

-Hayır.

İmam buyurduki:

-Onun altında ne olduğunu biliyormusun?

-Zındık; Bilmiyorum ama zannediyorum ki hiçbir şey yoktur.

İmam buyurdu ki:

-ZAN “İHTİMAL” BİLMEDİĞİN BİR ŞEYE KARŞI ACİZLİKTİR.

İmam tekrar buyurduki:

-Gök’e yukarı çıktın mı? Orada olanı biliyormusun?

-İnançsız; Hayır dedi, bilmiyorum.

İmam bunun üzerine buyurduki:

Senin için hayret edilmelidir. Doğuya ve batıya gitmemişsin, yerin altına inmemişsin, gök’e çıkmamışsın ve oranadan geçmemişsin. Onların arkasında olanı bilmediğin halde, oralarda olanı inkar ediyorsun. ACABA AKIL SAHİBİ KİŞİ TANIMADIĞINI, BİLMEDİĞİNİ İNKAR EDERMİ?

Ey kişi; Bilmeyen için bilene hüccet (delil) yoktur. Cahil için hüccet yoktur. Ey kişi, benden duyduğunu anla. BİZ EHL-İ BEYT RESULALLAH HAKKINDA ASLA ŞÜPHE ETMEYİZ.

…Hz.İmam Rıza (as)’a bir inançsız sordu ki: ALLAH nasıldır ve nerede dir?

İmam buyurduki: “Sana yazıklar olsun ki bu gittiğin yol yanlıştır. O’dur nasıllığı yaratan, kendi nasıl olmaksızın, O’dur mekanı yaratan, kendi mekanı olmaksızın. Böylece o nasıllıkla ve mekanla tanınmaz, organla idrak edilmez, hiçbir şeyle mukayese edilemez.”

İnançsız dediki: “O halde o hiçbir şey değil çünkü organların hiçbiriyle idrak edilemiyor.”

İmam buyurduki: “Yazıklar olsun sana ki organların onu idrak etmekten aciz olduğu halde onun varlığını inkar ediyorsun.”

…Birisi Hz.İmam Muhammed Bakır’ın (as) yanına geldi ve sordu: “Bana söyle Rabbin ne zamandan beri vardır.”

İmam buyurduki:

-“Sana yazıklar olsun, olmayan şeye denilir ne zamandan beri vardır diye, oysa benim Rabbim Tebareke ve Teala her zaman vardır. O’na mekan olamaz, hiçbir şeyin içinde değil, hiçbir şeyede dayanağı yoktur.Kendi makamı için karar kılmadı, eşyayı yarattıktan sonra güçlü olmadı. Eşyayı yaratmadan evvel güçsüz değildi. Bir şeye benzetmekle o tanınamaz o hiçbir şeyden korkmasızın, herşey ondan korkar, her zaman mülkü ve padişahlığı olan padişahdı, kendi dileğini, dilediği zaman var etti, sınırlanmaz, parçalanmaz, fani olmaz, o keyfiyetsizdir, herşeyden önce olandır, mekansızdır, her şeyin sonudur. O’nun zatından başka herşey helak ve yok olacak, yaratılış onundur. Emir onundur.

O’nu akıllar alamaz, O’na şüpheler gelmez hiçbirşeyden habersiz olmaz, O’na hiçbirşey yaklaşamaz. Hiç birşeye nazaran sorumlu değil, hiçbirşeye pişman olmaz, uyku onu sarmaz. Yerde ve göklerde olanlar, gökyüzünün arasındakiler ve yerin  altındakiler onundur. (Usul-u Kafi)

Şaşarım Allah’ın varlığından şüpheye düşene ki, Allah’ın hâlkını görüp durur.

Şaşarım Allah’ın varlığından şüpheye edene ki, ölenleri gözleriyle görür.

Şaşarım Ahiret yaşayışını, tekrar dirilişi, inkar edene ki, ilk yaratılışı görür, bilir.

Şaşarım yokluk yurdunu yapıp durana ki, varlık yurdunu terkeder gider.

Hz.Ali(as)(Nehc-ül Belağa)

Hz.İmam Cafer Sadık(as) Anlatıyor:

-Emirel Müminin Ali(as) müslümanları muaviye ile ikinci kez savaş yapmaya hazırladı, müslümanları toplandı, konuşmak için ayağa kaltı ve BUYURDU Kİ:

-Hamd ve Senalar Allah’a aittir ki O yalnızdır, tektir, ihtiyaçsız ve birdir, O’ndan önce olmaksızın O vardır.

Yaratması başka birşeyle değildi, yalnız kendi kudretiyle herşeyi yarattı. O herşeyden ayrıdır, herşeyde O’ndan ayrıdır.

O’na her istenilen nitelik uygun olmaz ve O’nu birşeye benzetecek sınırlamadan uzak tutmak gerekir.

Kelimelerin ve sözcüklerin O’nu tamamen tanıtması yetersizdir. Tüm hamd ve senalar O’nun için azdır.

Aklın en derin fikirleri O’nu anlamakta  güçsüz kalır. Bütün tefsirler ve yorumlamalar O’nun ilmine nüfüz etmekten acizdir. Görülmeyen perdeler O’nun ZATININ gizliliği yanında kapalıdır. Keskin akıllar O’nun en yakın derece ve makamına ait konulara karşın kayıptır. O ki, sayılı sayılı günleri yoktur, uzun ömrü yoktur ve sınırlayan nitelikleride yoktur. Temiz ve Münezzehtir.

O Allah ki, O’ndan evvel yoktur ki evvellik taslaya ve sonsuzdur, O öyledir ki, kendini tanıtmış ve buyurmuştur. O’nu tanıtanlar, O’nu tamamen tanıtamazlar.

Hz.İmam Musa Kazım (as) Buyuruyor ki:

Hamd Allah’a aittir ki hamdını kullarına ilham etmiştir. İnancın başlangıcı Allah’ı tanımaktır.

O’nu tamamen tanımak ise O’nu yalnız bilmektir. O’nu yalnız bilmek ise vasıf ve nitelikleri O’ndan uzaklaştırmaktır.

Kim Allah’ı vasıflandırırsa O’nu sınırlamıştır, Kim O’nu sınırlandırırsa O’nu sayı ile rakamlamıştır, Kim O’nu rakamlarsa O’nun ezeli olmasını iptal etmiştir.

Kim NASILDIR? Derse, O’nu vasıflandırmıştır.

Kim NERDEDİR? Derse, O’nu gizlemiştir.

Kim NEYİN ÜZERİNDEDİR? Derse, bir yeri ve mekanı O’nsuz bilmiştir.

Kim O’nun ZATI NEDİR? Derse, O’nu vasfetmiştir.

Kim NE ZAMANDAN BERİ VARDIR? Derse, O’na bir başlangıç (ve son) vermiştir.

O bilir ve alimdir, hiçbir şey bilinmezken, O yaratıcıdır yaratılan olmadan, büyültendir hiç bir şey olmazken.

Bizim Allah’ımız böyle tanımlanır. O tanımlayanların tanımlamasından  da daha büyük ve yücedir.

Hz.İmam Cafer Sadık(as) buyuruyor ki: O’nu gözler idrak edemez.

Hz.İmam Hasan Askeri(as)’ye sordular: Kul Allah’ını görmeden O’na nasıl ibadet eder. İmam cevap verdi: …Benim SEYYİDİM, EFENDİM, MEVLAM bana ve babalarıma VELİNİMET olan ALLAH GÖZÜKMEKTEN DAHA YÜCEDİR.

İmama sorarlar: Acaba Resulullah(sav) Rabbini görmüş mü?

… Allah-u Tebareke ve Teala Resulünün kalbine kendi azametinin nurundan sevdiği(dilediği) kadar yerleştirdi.

İmam Muhammed Bakır(as)’dan sorarlar: Acaba Allah’ı bir şey ile tasavvur edebilirmiyiz? İmam buyurdu ki:

-Evet, ama akla gelmeyen, sınırlanmayan şey ile ÇÜNKÜ AKLINA GELEN ŞEY ONU VASFETMEZ, HİÇBİRŞEY ONA BENZEMEZ, AKILLAR ONU İDRAK EDEMEZ. SINIRLANAMAZ.

İmam Cafer Sadık(as) buyuruyor ki: ALLAH mahlukuna nazaran YALNIZDIR, İHTİYAÇSIZDIR, SONSUZDUR… O’nu gözler idrak edemez, yücedir, yakınlığına rağmen. Yakındır, uzak olmasına rağmen. Yer ve gökler O’nu kuşatamazlar ama O herşeyi kudretiyle kuşatır, sonsuzdur, ezelidir, unutmaz,yanlışlık etmez, isteğine engel yoktur, O’nun hükmü mükafatdır, O’nun emri icraattır. Çocuğu yoktur ki ırs bıraksın, doğrulmamıştır ki ortak koşulsun, hiçkimse O’nun dengi değildir.

Hz.İmam Zeynel Abidin(as) buyurdu: Göklerde ve yerde olanlar toplansalar ki Allah’ı azametine layık şekilde vasılandırmaya güçleri yetmez.

İmam Cafer Sadık(as) buyuruyor ki: Bir alim İmam Hz.Ali(as)’nin yanına geldi ve dedi: Ey Emirel Müminin RABBİNİ ONA İBADET ETTİĞİN VAKİT GÖRDÜN MÜ? İmam (as) cevap verdi:

YAZIKLAR OLSUN SANA BEN GÖRMEDİĞİME İBADET ETMEM.

Alim dedi O’nu nasıl gördün? İmam buyurdu ki: YAZIKLAR OLSUN SANA O’NU GÖZLER BAKIŞLA, MÜŞAHEDEYLE GÖREMEZ AMA İMAN HAKİKATLARIYLA KALB’LER GÖRÜR.

İmam Cafer Sadık(as) GÖRMEK hakkında konuşulan bir mecliste şöyle buyurdu: GÜNEŞ KÜRSÜ NURUNUN YETMİŞDE BİRİDİR. KÜRSÜDE ARŞ’IN NURUNUN YETMİŞDE BİRİDİR. ARŞ’DA HİCAB NURUNUN YETMİŞDE BİRİDİR. HİCAB’DA BİTR NURUNUN YETMİŞDE BİRİDİR. EĞER İNANMAYANLAR DOĞRUYSALAR GÖZLERİNİ BULUTLU OLMADIĞI BİR ZAMAN GÜNEŞE DİKSİNLER.

İmam Cafer Sadık(as) buyurdu ki: EY ADEMOĞLU, eğer kalbini uçan bir kuş yese onu doyurmaz. Eğer gözüne iğne yarası konsa onu kapar örter. BU HALİNLE, SEN İSTİYORSUN Kİ O İKİSİYLE (KALBİN VE GÖZÜN İLE) GÖKLERİN VE YERİN MELEKUTUNU, SALTANATINI GÖRESİN. EĞER DOĞRUYSAN BU GÜNEŞ ALLAH’IN YARATTIĞI BİR YARATIKTIR Kİ GÖZÜNÜ ONA DİKESİN, O SENİN DEDİĞİN GİBİDİR.

Hz İmam Rıza (as) buyurdu ki: Allah nasıllık ve mekan ile tanınmaz, organlarla idrak edilmez, hiçbirşeyle mukayese edilmez.

Orada bulunanlardan birisi dedi: Öyleyse o hiçbir şey değil, çünkü organların hiçbiriyle idrak edilmiyor.

İmam ona buyurdu ki: YAZIKLAR OLSUN SANA Kİ ORGANLARIN ONU İDRAK ETMEKTEN ACİZ OLDUĞU HALDE O’NU İNKAR ETTİN. HALBUKİ BİZ ORGANLARIMIZIN O’NU İDRAK ETMEKTEN ACİZ OLDUĞUNA İNANIRIZ. (Usul-u Kafi’den)

12 İmamlardan yaptığımız alıntılar sonucunda bu konuda etraflıca bilgi edindik. Ancak böyle bir Allah inancı kabul edilmektedir ve böyle bir Allah’a inanmalıyız. Bu konuda kendimizin nasıl inandığını tekrar tekrar kontrol edip İmamlarımızın İnancına (en yakına) ulaşmamız zorunludur.

Bu konuya başka bir açıdan da aşağıdaki gibi bakılabilir:

Ehl-i Beyt inancının temelini tevhidi dünya görüşü oluşturmaktadır. Tevhid Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak demektir. Bütün alemlerin en küçük parçasından en büyük parçasına kadar Allah tarafından yaratıldığına inanmak demektir.

Sağlam bir Allah inancı olmadan sağlam bir 12 İmam dostu olunamaz.Allah inancındaki her eksiklik, onu anlamadaki her yetersizlik bizi 12 İmamdan uzaklaştırır. Bu nedenlede kendisini Ehl-i Beyt dostu kabul eden insanlar niçin inandıklarını, neye inandıklarını, nasıl inandıklarını, nasıl inanmaları gerektiğini, inanmalarının kendilerine ne kazandırıp ne kaybettireceklerini bilmeleri gerekmektedir.

Ne yazıkki sinsi dergahların sinsi ve yahudice oyunları sonucu ülkemizdeki Ehl-i Beyt dostları bu inançtan  uzaklaştırılmaya çalışılmış ve bu tuzak kısmende olsa tutmuştur. Bunun sonucunda da  ülkemizdeki Aleviler, dostlarımız, kardeşlerimiz inkarcı, anlamsız ve boş olan dünya görüşlerine aldanmışlardır. Bunun doğal sonucunda da Ehl-i Beyt dostları bir yanlıştan diğer yanlışlara sürüklenmiş, yahudi dergahlarının hazırladıkları hurafelere, masallara, saçma sapan görüşlere inandırılmışlar ve sömürülmüşler, hep aldatılmışlar ve hep kaybettirilmişlerdir.

Bu konuda Allah’ı tanımakta vesile olabilecek bazı delillere farklı bir bakış açısıyla tekrar değinmekte yarar var.

1-DÜZEN DELİLİ

Aslında biraz düşünülse kainatın herbir parçasında Allah’ın varlığıyla ilgili bir delil bulmak mümkündür. Kainatın her bir parçası hem kendisiyle ve hemde diğer parçalarla uyum içerisindedir. Hepsi birlikte büyük bir sistemi yada düzeni oluşturmaktadır.

Bu düzen topkı bir halının üzerindeki motif gibidir. Dikkat edilirse üzerinde motif yada işleme bulunan bir halının herbir köşesindeki renk ve desen değişiktir ve kendi içerisinde bir uyuma ve belli bir şekle sahiptir. Aynı halıyı bütünüyle ele aldığımızda da her bir değişik şeklin ve rengin hep birlikte halının bütününün bir sistem içinde görüntüsünü oluşturmaktadır. Her bir parça hem kendi içinde uyumlu ve sistemli ve hemde diğer parçalarla uyumlu, düzenli ve ilişkili görülmektedir.

Halıya uzarktan bakan bir göz kör yada şaşı değilse halıyı bir bütünlük içerisinde zevkle seyredecektir. Doğal olarak düşünmek gerekir ki halıdaki bu uyumluluk kendiliğinden oluşamaz. Eğer kendiliğinden oluşsaydı düzen olmaz, uyum gözükemezdi. Karışıklık ve düzensizlik olurdu. Bu nedenle Allah’ı tanımak için getirilen en kolay ve en genel kanıt, DÜZEN DELİLİDİR. Evrendeki tüm canlı ve cansız varlıklardaki düzen, düzenleyici bir gücün varlığına delildir. Bu konuda üç ana konuyu kısaca incelemeye yarar vardır.

a) İnsan

İnsanın kendi yapısında da çok güzel uyumlu çalışan bir sistem görülmektedir.İnsanın kendi iç bünyesi ve bünyenin her bir parçası bir sistem içerisinde yol almaktadır. Her bir parça hem kendi içinde bir sisteme sahiptir ve hemde diğer parçalarla birlikte bir düzeni (sistemi) oluşturmaktadır.

Hastalık dediğimiz şey bu düzenin bozulması demektir. Sistemi bozucu bir etki olmadığı sürece sistem saat gibi çalışmaktadır. İnsanda bulunan bu düzenin ayrıntılarını incelemek için herhangi bir tıp doktorundan yardım istenilmesinin doğru olacağı kanaatindeyiz. Tıp bilimi bu düzeni daha rahat ve kolay açıklayacak ve organların ilişkilerini bilindiği kadarıyla izah edebilir. Doktorun inanıp inanmamasının hiçbir önemi yoktur,  çünkü belirttiğimiz gibi düzeni inkar etmek için kör olmak gerekir.

b)   Tabiat

Tabiat aleminde de aynı düzeni görmek mümkündür. Gezegenler hem kendi etrafında dönerken hemde hep birlikte bir sistemi oluştururlar.

Milyonlarca yıldız, bir o kadar galaksi ve herbirinin kendi sistemi, yakın planda güneş, ay dünya ve sistemleri başdöndürücü bir bütünlük sergilemektedirler. Dünya kendi etrafında dönerek gece ve gündüzü oluştururken aynı zamanda güneş etrafında da dönerek mevsimleri oluşturmaktadır. Topraktaki elementler, ağaçlar, çiçekler çeşit çeşit canlılar, hayvanlar herbirisi birbirleriyle hem bağlantılı ve hemde bağlantısız olarak bütünün birer parçasıdırlar.

c) Tarih

Tarihte aynı şekilde bir düzen içinde seyretmektedir. Yaşayan insan toplulukları aynı eylemlerinden dolayı zarar görmüşler yada fayda görmüşlerdir. Sapık toplumların yada liderlerin sonu hep tarihte kötü olmuşken, iyi işler yapan adaletli toplumlar bu süreçte mutlu olmuşlardır. Kişilerde tıpkı böyledir. Her türlü ahlaksızlığı yapan kişinin dünya yaşamındaki sonuda yaşantısına uygun olarak kötüleşirken iyi insanlar hep minnetle ve saygıyla anılmışlardır. İnsanlar ve toplumlar içinde muazzam bir düzen bu şekillerde görülmektedir. Su testisi su yolunda kırılır şeklindeki atasözü bu sistemi ve düzeni anlatmaya yeterlidir.

Kısacası tarihde kendine has bir sisteme, düzene sahiptir.

Hatırlatmak gerekirki insanoğlu Allah’ı tanımak yada anlamak için birçok görüş ileri sürmüştür. Bunların herbirinin eksik yada yanlış anlamları ifade eden yönleri vardır. Herbirinin ayrı ayrı incelenmesi ve düşünülmesi gerekmektedir. Ancak dikkat çekici bir nokta vardır ki, İNANMAK, SIHHATLİ OLMANIN, MADDECİ OLMAKTA, HASTALIĞIN BELİRTİSİDİR. İnanmamakta, inkar etmekte kişinin iç huzurunu ve toplumsal uyumunu çok yakından etkilemektedir. Konu bu nedenle çok önemlidir. Bu konuya son verirken kısaca sunduğumuz DÜZEN DELİLİ açıklamasının sadece tabiat ötesi bir varlığı, yaratıcıyı ve tabiatın bu yaratıcının hükmü (emri) altında olduğunu ve kendi yaptığı işlerin farkında olduğunu açıkladığını, isbatladığını belirtmeliyiz. Bu delil Allah’ın ilmini, ahiretle ve diğer ilahi felsefelerle ilgili gerçekleri açıklamaya yeterli değildir, yalnızca bütünün bir parçasıdır.

Bunların açıklanması için başka delillere ihtiyaç vardır. “Göklerde ve Yeryüzünde nice deliller var ki, onları görmezler ve yüz çevirip gidirler.” (Yusuf Suresi, 105. Ayet)

2-İHTİYAT DELİLİ

İhtiyat kelimesi sözlükte; Tedbirli olma, çeşitli olasılıkları gözönüne almak, bir davranışta bulunmadan önce bir takım tedbirler alarak zarar görmemek yada en az zararla birşeyi savuşturmaya çalışmak anlamına gelir.

Genelde aklını kullanmayı bilen, düşünmeyi seven ve hatalardan kaçmasını bilen insanlar olaylar karşısında hep uyanık ve ihtiyatlı davranırlar. İhtiyatlı olmak, bizim Caferi fıkhımızca çok önem verilmiş bir konudur. 12 İmam fıkhı uygulanırken şüphe yada tereddütlerin giderilmesi amacıyla ihtiyatlı davranılır ve  şüphe ve tereddütlerin yok edilmesi yoluna gidilir.

Açıkca anlaşılacağı gibi şüphe ve tereddütün giderilmesinin bir yolu ihtiyatlı olmaktan geçmektedir. İhtiyatlı davranan bir kişi her olayda tedbirli olur ve kolay kolayda hata yapmaz. Basit birkaç örnekle açıklayacak olursak bir kış sabahı erkenden yola çıkacak olan bir şöför havanın durumunu göz önüne alarak yolların ileride buzlu olabileceği ihtimalini düşündüğünde ve buna göre tedbirini aldığında aksilik yada benzer bir durum (buzlanma vb) o şöförü yolundan alıkoyamaz. Yol buzlu bile olsa o tedbirini almıştır. Yol buzlu değilse zaten bir mesele yoktur.

Başka bir örnekte, bulduğumuz bir mantarın zehirli olup olmadığına emin değilsek, tereddütlerimiz varsa o mantarı tedbir olarak yemeyiz ve hiçbir kaybımızda olmaz. Çünkü zehirliyse bu bize çok pahalıya malolacak ve hatta hayatımızı bile kaybedebileceğiz.

Örneğin, 100 sayfalı bir kitaptan sınava girecek bir öğrenci düşünelim bu öğrencinin kitabın önemli bulduğu sayfalarına çalışmasımı daha iyidir? Yoksa kitabın tümüne çalışıp tereddütü ve şüpheyi ortadan kaldırmasımı? Elbette tümüne çalıştığında sınavda başarı oranı daha fazla olacaktır. İhtiyatlı olup tüm konulara önem vermek daha garantili bir çözüm yoludur.

Allah’ın varlığıyla ilgili konuda da ihtiyatlı davranmak şüphesi olan kimseler için garantili bir çözümdür. En azından o aşamada en güzel çözümdür. Çünkü eğer kişi Allah’ın var olduğu varsayımından hareket ederek hayatını yönlendirirse tahmininin tutması durumunda bir kaybı olmayacaktır. Aksi halde yokmuş gibi davrandığında ise tahmini tutmazsa o kişinin sonunun iyi olacağını hiç kimse iddia edemez.

Bu konuda tedbirli davranan kişi araştırıp, düşündüğünde Allah’ın delillerini yada nişanelerini kavradığında tereddütünü ve şüphesini tamamıyla yenecektir. En azından bu ihtiyatlı davranmasından dolayı gerçekleri bulma imkanınada sahip olacaktır.

Bu şekilde davranan insanların kaybedecekleri hiçbirşey yoktur. Çünkü Allah’ın, peygamberin ve 12 imamların yasaklayıpta men ettikleri hiçbirşeyin insana bir faydası yoktur, dolayısıyla da bir mahrumiyette söz konusu olmayacaktır.

Birgün Hz.İmam Rıza(as)‘nın yanına zındıklardan (inanmayan) birisi geldi. İmamın huzurunda da bir cemaat vardı. İmam o zındığa şöyle buyurdu.

“EY KİŞİ, BANA CEVAP VER EĞER HAKİKAT SİZİN DEDİĞİNİZ GİBİYSE Kİ ASLA BÖYLE DEĞİLDİR. O ZAMAN SİZ VE BİZ FARKSIZIZ, BİZE İBADETİMİZ, ZEKATIMIZ, CİHADIMIZ VE İMANIMIZ ZARAR VERMEZ. EĞER HAKİKAT BİZİM DEDİĞİMİZ GİBİ OLURSA Kİ ZATEN BİZİM DEDİĞİMİZ GİDİBİR. ACABA SİZ HELAK OLMAZMISINIZ VE BİZ KURTULMAZMIYIZ.”

3-AZAMET DELİLİ

5. İmamımız Muhammed Bakır(as) buyuruyor ki: “ALLAH’IN HAKKINDA FİKİR EDİNMEK İSETRSENİZ, YARATTIKLARININ AZAMETİNE BAKINIZ.”

Canlılar alemindeki canlılarda ve cansız dediğimiz nesne yada kütlelerde düşünüldüğünde insanı hayretler içerisinde bırakacak özellikler vardır. Yaratıkların özlerinde bulunan bu özellikler incelenirse Allah(cc) inancı hakkında bir nebze de olsa fikir elde etmek mümkün olur. Çünkü sözkonusu özellikler gözle görülen, dokunulabilen yada nesnel gerçeklikleri olan(tesbit edilebilir) özelliklerdir.

Bunlardan bazılarını örneklerle incelemekte fayda vardır.

… Kur’an-ı Kerim Newton’un doğumundan on asır önce yerin cazibesinden haber varmekte ve şöyle demektedir. “Vel’arza kifata” Yani biz yeri çekici (Cezb edici) yarattık. (El-Mürselat-25)

Yeryüzünün cazibesi yada yarçekimi olayı düşünebilen insanlar için çok güzel bir örnektir. Aynı yeryüzü incelendiğinde onun içindeki katmanları, üzerindeki dağları, denizleri, ovaları ve tam ortasındaki mağma tabakası çok AZAMETLİ bir görüntü vermektedir.

… 12 İmam dostlarından Hişam’a birgün birisi şöyle bir soru sordu. Senin Rabbin varmı ve herşeye gücü yeter mi?, herşeye kâdir midir?

-Evet diye cevap verdi.Hişam.

Adam dedi ki: “Ya Hişam senin Rabbin dünyayı küçültmeden ve yumurtayı da büyültmeden, dünyayı yumurtanın içine sığdırabilir mi?

Hişam bu soru üzerine 6.İmamımız Hz.Cafer Sadık(as)’ın huzuruna geldi, olanları anlattı ve ondan yardım istedi, dedi ki, ya İmam bu soruya ancak siz dayanabilirsiniz.

İmam Sadık(as) buyurdu: Ey Hişam kaç tane organın vardır?

-Beş

İmam buyurdu: Onların en küçüğü hangisidir?

-Göz dedi. Hişam.

İmam dediki: O’nun görme miktarı ne kadardır?

-Çok azdır.(Bir edes veya daha da küçüktür.)

İmam dedi ki: Ey Hişam, önüne bak kafanın üstüne bak ve bana söyle ne gördün?

-Gök, yer, evler, saraylar, çöller, dağlar ve denizler görüyorum.

Bunun üzerine İmam Cafer Sadık(as) buyurdu ki: “İşte o öyle bir kudrettir ki o kadarlık bir küçüklüğe dünyayı yerleştirmeye kadirdir, dünyayı küçültmeden ve yumurtayı büyültmeden.”

Hişam İmamın ellerini öptü. Ey Allah’ın Resulünün oğlu bu bana yeterli oldu dedi.

… Diğer organlarımızın da her birinin azametleri düşünüldüğünde ortaya çıkacaktır. Ellerimiz kendi büyüklükleriyle mukayese dahi edilemeyecek eserler inşa etmektedir. Sesimiz dünyanın öbür ucundan dahi duyulabilmektedir.(Çeşitli aletlerle) Kısacası, İNSANIN İKİ KİLO BİLE GELMEYEN AKLI YERYÜZÜNE HAKİM OLABİLMEKTEDİR.

… Diğer canlılarda da azamet görülebiliyor. Küçücük bir kuş dünyanın bir ucundan diğer ucuna hiç dinlenmeden vücudunda depoladığı enerji ile uçabiliyor. Balinalar ve yunuslar insanların duyamayacağı seslerle kendi aralarında anlaşabiliyorlar. Bukalemun gibi bazı hayvan türleri bulundukları ortama göre renk değiştirebiliyorlar. Bazı balık türleri vücudlarından çıkardıkları koku yada renklerle kendilerini düşman saldırılarına karşı koruyabilmektedirler.

Yarasaların geceleri hiçbir yere çarpmadan hızlı bir şekilde uçabilmeleri ve bunu yaydıkları sesin çevreye çarpıp yansımalarıyla sağlamalarıda hayret vericidir.

… “Onlar hala (ibretle) bakmazlarmı deveye, NASIL YARATILMIŞTIR O” (Gaşiye S.Ayet 17)

Deve’deki azameti görmeyen insanlar, bu örnekle mi biz Allah’ı tanıyacağız diye gülebilirler, o zamanda inkarcılar peygamberimizle(sav) bizi deveye bakarak Allah’ı(cc) bulmaya çağırıyor diye alay ediyorlardı.

Ayetin indiği zamanalr daha zooloji (Hayvanlar alemiyle ilgili bilim dalı) bilimi hakkında çok az bir bilgi vardı. Oysaki, Allah bu tür örneklerle hem olayı basite indiriyor ve hemde çağlar ötesine mesaj veriyordu.

6. İmamımız  Cafer Sadık(as)’ın talebelerinden müfezzel’e bu ayetin görünürdeki manasını anlattığını ve müfezzel’inde yazdıkları notları Türkçe’ye çevirdiğimizde 1000 sayfalık 2 cilt kitabımız olurdu. Sırf bu konuda İmamımızın buyurduklarını kısa ve öz olarak aktarmak istiyoruz, istiyoruzki, bu örnekle azameti kavrayabilelim ve örnekleri düşünerek çoğaltabilelim.

“Ey müfezzel, bu ayette devenin yaratılışı anlatılmak isteniyor. Deve çölde giderken depo ettiği suyu saklayıp gerektiğinde onu kullanıyor. Yine  aynı şekilde tuzlu veya çökelikli bir suyu bile içse onun küçük hörgücünden buz gibi tatlı bir su içiyorsun, bunu hiç düşündün mü?

Devenin boynuna yakın bir kısmında bir su kesesi vardır. Yine o su kesesininde bir tahliye deliği vardır. Deve içmiş olduğu suyu damıtarak burayı doldurur. Bedeni ne kadar ısınırsa buradaki suda o kadar soğur. Deve binicileri bu tahliye deliğinden kamış veya benzeri şeylerle sifon yapmak suretiyle su içebilirler. O çöllerin dayanılmaz sıcaklığın da buz gibi ve damıtılmış tatlı su içmenin ne demek olduğunu düşünün.

Devenin gözleri etrafında bulunan ve çölde onları kum fırtınalarından koruyan uzun kirpiklerini düşünün. Biz gözümüzü korumak isterken o bunu düşünmez bile. Üst dudağıda yarıktır. Çünkü dikensi çöl bitkilerini ancak böyle yiyebiliyor. Ayaklarıda kumlara batmaması için yastıklı bir biçimdedir.”

Allah(cc) sanki insanlara zooloji dersi veriyor, düşünenlere tabi.

Çok ünlü bir ressam bir deve tablosu yapsa bir çok insan o tabloya kıymet biçemez. Açık artırmalarla satılır. Oysa o tablodaki deve ne insana hizmet eder, ne yürür, ne yük taşır, nede kendine bir faydası vardır.Estetik dışındaki bunun insana faydası tartışılabilir, hiçbir özelliği yoktur. Ama tüm dünya bu tabloyu konuşur, değerler biçilir, yapıcısının hayatı anlatılır, övgüler ve ödüller verilir, imzalı resimleri istenir.

Aynı İNSANLARIN YARATILMIŞLAR ALEMİNDEKİ AZAMETİ GÖREMEYİP TEŞEKKÜR DAHİ ETMEMELERİ ÇOK BÜYÜK BİR AYIP DEĞİLMİDİR?, ÇOK BÜYÜK BİR ÇELİŞKİ DEĞİLMİDİR?

4.İmamımız Zeynel Abidin(as) buyuruyor ki: “GÖKLERDE VE YERDE OLANLAR TOPLANSALAR, ALLAH’I(CC) AZAMETİNE LAYIK BİR ŞEKİLDE ANLATMAYA, VASIFLANDIRMAYA GÜÇLERİ YETMEZ.”

4-ORGANLARIN ACZİ

İnsanoğlu evrenin yaratılış sırrını düşünebildiği her çağda bulmaya çalışmıştır. İçinde bulunduğu maddi dünyayı keşfetmeye çalışırken bu dünyadan elde ettiği delillerde adını duyduğu ama anlamakta bir hayli zorlandığı manevi dünyayı da keşfetmeye çalışmıştır.

Allah’ı tanıyıp, anlayabilme konusunda peygamberler ve imamlarımız insanlara bütün güçleriyle yardımcı olmaya çalışmışlar ellerinden gelen hiçbir fedakarlığı esirgememişlerdir. Ancak ne yazıkki bu arada Allah fikrinin düşmanları da boş durmamışlar ve kendi görüşlerini cahilce yada zalimce yaymaya çalışmışlardır.

Bu konuda yapılan en büyük yanılgı maddi dünya ile manevi dünyayı karıştırmak olmuştur. Allah’ı tanımak için insanoğlu maddi dünyada yer alan nesnel gerçekliklerden hareket etmeye çalışmıştır. Yani gözle görülen, elle tutulan, dokunulabilen, duyulabilen ve somut olarak keşfi mekanı belli olan nesneleri gözönüne getirerek ALLAH fikrini de aynı şekilde kavramaya çalışmıştır.

İnsanoğlunun bu yanılgısı tarihin ilk çağlarından başlayarak değişik şekillerdi günümüze kadar gelmiştir. İlk çağlarda insanların güneşe,aya yada benzeri şeylere tapmaları, sonraları kendi yaptıkları putlara tapmaları hep bu çelişkinin ürünü olmuştur. Dikkat edilirse bütün bu tapılanların ortak özelliği nesnel gerçeklikleri olmasıdır, yani gözle görülüyor, elle tutuluyor ve sabit mekanlarda sınırlandırılabiliniyor.

Bu anlayışın sonucunda insanoğlu ALLAH fikrini insani bir sıfatta somutlaştırdı. Bu en bariz şekilde eski yunan uygarlığında görüldü. Tanrıların tanrısı durumunda olan ZEUS inancı düşüncenin ürünü olarak ortaya çıktı. ZEUS’unda nesnel bir gerçekliği yoktu. Görülemiyor, dokunulamıyor ama insan gibi yiyor, içiyor, çocukları oluyor, bazen kızıyor ve bazende seviyordu. ZEUS vasıflandırılabiliyordu, sınırlandırılabiliniyordu bu şekilde Allah fikri yaşatılmaya çalışılıyordu.

Nihayet Allah’ın insan şeklinde tanınmaya çalışılabilmesi fikri tahrif edilmiş hristiyanlıkta kilisenin de büyük katkılarıyla son şeklini aldı. Kilisede Allah’ı maddi dünya içeriğinde tesbit etmeye çalıştı, doğal nedenlerin içine sokmaya çalıştı.

Ancak bu yanlışlık bilimin ilerlemesi sonucunda acze düşerek iflas etme noktasına kadar geldi. Bilim nesneleri keşfettikçe, Allah’ı insan suretinde sunmaya çalışanlar ve onlara inananlar çaresiz kaldılar. Her bilimsel bilgi bu şekilde vasıflandırılan Allah inancına bir darbe vurdu inan kalabalıkların bir kısmı inkar yolunu seçmek zorunda kalırken, diğer bir kısmı da artık körükörüne inanmak zorunda kaldılar. Çünkü sahip oldukları misyonları var olan bir şeyi anlatamadı, yanlış anlattı ve bilimde bu çelişkiyi sona erdirdi.

“ONLAR GEREKLİ VE HAK OLDUĞU ŞEKİLDE ALLAH’I ANLAYIP TANIYAMADILAR” (En’am Suresi, 91.Ayet)

Eğer onlar sahip oldukları organların güçlerini düşünebilselerdi, organlarının kapasitelirini gözden geçirselerdi, bunları da Allah anlayışı hakkındaki doğru bilgilerle pekiştirebilselerdi, Allah’ı insan suretinde yada nesnel gerçekliği olan maddi dünyayla doğal nedenlerle bağlantılı olarak ele almayacaklar ve bilimle de çelişmeyeceklerdi.

Nitekim Hz.Ali(as)’ye soruyorlar; Ya imam bazı insanlar diyor Allah şekildir, bazısı da diyor ki cisimdir. İmam (as) diyor ki:

-ALLAH SINIRLANDIRILAMAZ, VASIFLANDIRILAMAZ, O’NUN BENZERİ HİÇBİRŞEY YOKTUR.

Yine İmam Hasan Askeri(as) buyuruyor ki: HER İSTEDİĞİNİ YARATIR, AMA O CİSİM DEĞİLDİR. HER İSTEDİĞİNİ ŞEKİLLENDİRİR, AMA O ŞEKİL DEĞİLDİR.

Dikkat edilerse gerçekliğin yegane ölçütlerinin dokunmak ve görmek olmadığı anlaşılacaktır. Görmenin, dokunmanın ve duymanın organlarla yada bilimsel cihazlarla olduğu düşünülürse gerçeklik bu organ yada cihazların gücüyle sınırlandırılmış olacaktır. Sınırlamak ise maddi dünyaya, zamana ve mekana ilişkindir ve Allah’ın vasıflandırılması demek anlamına geldiği gibi bu şekilde olayları kavramak isteyen kişiler de güçlerinin yetmediği gerçekleri inkar ettikleri zaman kendi kendileriyle çelişkiye düşecekler yada kendilerinin göremediği, duyamadığı gerçeklerin de olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklardır.

Eğer inkarcılar 300 metre mesafedeki bir karartıyı dahi gözleriyle tesbit edemediklerini düşünebilselerdi, uçan bir sineğin kendilerinden kaptığı bir parçaya dahi dokunmaktan aciz kaldıklarını düşünebilselerdi, Allah’ı göremiyorum, duyamıyorum diye inkar etme zorunda kalmazlardı. Kısacası Allah fikrini doğru kaynaklarla, doğru bir şekilde iyiniyetle anlamaya ve öğrenmeye çalışsalardı görmeden görmenin, duymadan duymanın, dokunmadan dokunmanın mümkün olabileceğini anlayabilirlerdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.