AleviSesi

Alevilik, Hz. Ali (a.s)'ın yolundan gitmektir.

Temel İnançlar (Usul-u Din)

Mead (Ahiret’e İnanmak)

Alevilikte Mead

Yüce Allah’ın, insanları ölümden sonra sorguya çekmek üzere dirilteceğine inanıyoruz. “Hiç kuşkusuz kıyamet gelecektir; onda hiçbir şüphe yoktur ve hiç kuşkusuz Allah kabirlerde onları diriltecektir.”(Hacc-7) İyi insanlara iyiliklerinin karşılığını verecek, kötüleri de kötülükleriyle cezalandıracaktır. “Kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükafatlandırması için…”(Necm-31) “O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilmesi için geri dönüp gelirler. Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.”(Zilzal-6-8) Meade inandığımız gibi Kur’an’ı Kerimde ve sahih hadislerde ölümden sonra dirilme, haşr, cennet, cehennem, azab, sevab, sırat, mizan vs. ile ilgili bilgilere de inanıyoruz. “Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve Peygamber’e uyduk O halde bizi şahitlerden yaz.”(Al-i İmran-53)

Oniki İmamların İslami anlayışlarına göre insanlar ölümlerinden sonra tekrar diriltilecekler ve yeni bir alemde yaşamaya devam edeceklerdir. Mahşer Alemi yada AHİRET alemide denilen bu alemin varolduğunu bizlere Peygamberler, İmamlar ve Alimler  aktarmıştır. Ahiret aleminin varlığını kendi aklımızla bulmak durumundayız ancak ilk aşamada Ahireti bize anlatan insanların hayatlarında hiç yalan söylememiş, güvenilir insanlar olduğunu düşünerek onların getirdikleri habirinde doğru olduğuna inanmak gerekir. Böylecede GİDİPDE GELEN VARMI? Şeklindeki cahil düşünceye ilk anda cevap verilebilir.

“ŞÜPHE YOKKİ SİZ ÖLECEKSİNİZ, SONRA GENE ŞÜPHE YOKKİ KIYAMET GÜNÜ TEKRAR DİRİLTİLECEKSİNİZ…”(Müminun s.15-16 Ay.)

Bu bize bildirilen Ahiret aleminde herkes dünyadaki işlerinin KARŞILIĞINI görecek ve sonsuz bir süreçte yaşayacaktır. Ahiret alemi bizlerin kapasitesi bakımından birçok hatlarıyla meçhul bir alemdir. Oniki İmama inanan insanlar bu bilinmeyen alemin varlığına inanırlar. Çünkü Allah(cc)’a Peygambere ve İmamlara TESLİM olmuşlardır. Nitekim Hz.Ali(as) “NECHÜL BELAĞA” da şöyle buyuruyor:

“DERECELER VARDIR, BİRBİRİNDEN ÜSTÜN, DURAKLAR VARDIR, BİRBİRİNDEN AYRI, NE NİMETLERİ BİTİP TÜKENİR, NE ORADAKİLER BAŞKA BİR YERE GÖÇÜP GEDERLER, NE ORADA EBEDİ KALAN KAÇAR, NE ORASINI YURT EDİNEN ÜMİTSİZLİĞE DÜŞER.”

Yine bir Ayette şöyle buyrulur: “SABRETMENİZE KARŞILIK SİZE SELAM OLSUN, GERÇEKTENDE DÜNYA YURDUNUN BU SONUCU NEDE GÜZELDİR.”(Rad s.24.Ayet)

İyilere “MÜKAFAT” ve kötülere “CEZA” olmazsa ADALETE GÖLGE DÜŞER, Oysa Adalet bizim inancımızda temel, esaslı noktalardandır. Düşünen herkesin farkedebileceği gibi bu dünyada verilen birçok ceza, işlenen suçun karşılığı olamıyor. Hatta hiç ceza görmeden ölenler dahi olmaktadır. Oysa bu durum kainatın MUHTEŞEM DÜZENİNE gölge düşürmektedirki bu durum da ilahi adalete aykırıdır, çelişkilidir. Bu nedenlede Ahiret aleminin varlığı bu çelişkileri, aykırılıkları yok etmektedir.

Birkaç örnekle açıklarsak,

İkinci dünya savaşının en büyük sorumlularından birisi olan Hitler ve onun faşist yönetimi milyonlarca insanın ölümüne neden olurken buna sebep olanlara verilecek ceza ne olursa olsun suçlarının karşılığı kabul edilebilir mi? Üç, beş yaşındaki çocuklara tecavüz edip öldüren sapıklara, yada esrar, morfin gibi uyuşturucuları imal ettirip toplumları zehirleyen insanlara verilen üç, beş yıllık hapis cezaları işledikleri suçların karşılığımıdır?

İnsanların bir ömür boyu binbir emekle, alınteri ve gözyaşlarıyla biriktirip sahip oldukları değerleri ÇALANLARA yada halkın içinde payı olan sermayeleri çeşitli hukuksal yollarla kendi malları yapanlara verilen birkaç yıllık cezalar adalet için yeterlimidir? Bu cezalar ruhlarımızdaki sızıyı dindirebiliyor mu?

İşledikleri suçlar karşılığında hiç ceza almadan yada suçsuz olduğu halde ceza alanlarda bulunmaktadır. Ayrıca dünyevi cezalar gerek kanunların yetersizliğinden ve meşruluklarının olmayışından dolayı ve gerekse suçsuz birçok kişiyide ceza alanla birlikte etkilemelerinden dolayı suç ve ceza oransızlıklarından dolayı yeterli olamıyor. Kimseyide bu anlamda tatmin etmiyor. Bir açıklık ve boşluk kalıyor. Yakalanmayan suçluya ceza verilemiyor. Yada suçlunun o suçu işlediği bilinmesine rağmen ispat edilemiyor. Yada suçlu ceza görüyor. Fakat onunla birlikte küçük çocuklarıda bu suçtan etkileniyorlar. Bütün bu boşlukları dolduran bir sistemin olması gerekiyor. Birçok suçun karşılığının verilemediği yada hiçbir şekilde verilemeyeceği açıktır. İşte bu noktada meydana gelen eksiklik Ahiret alemiyle tamamlanacaktır. Dünyevi ceza ile uhrevi ceza farklıdır. Yapılan her iyi yada kötü işin karşılığı Ahiret aleminde tam ve kemal olarak karşımıza çıkacaktır.

Bizler hiç görmeden, bilmeden ve tartışmadan Ahiret aleminin varlığına inanıyoruz. Kendi özgür aklımızla o alemin varlığını kabul ediyoruz. Ahiret inancının boş ve anlamsız olduğuna inananlar ancak kendilerini kandırıyorlar.

“… Ölümden sonra hayat, bence bu zayıf insanları teselli etmek, onlara kuvvet vermek için ileri sürülen boş bir düşünce. Ölüm eskidir ve biz ondan bıktık…” (Boris Pasternak. Dr.Jivago(Türkçe Baskı) s.86)

Oysa Yüce Allah(cc) yaratılıştan bir lütuf olarak Ahiret alemini anlayabilmemiz için bizlere birtakım duygular vermiştir. Yeryüzünde hiçbir insan yoktur ki “EBEDİ YAŞAM İSTEĞİNİ” içerisinde duymamış olsun. Bütün insanlar fıtraten ölümsüzlük isterler.

Mısır firavunlarına görkemli mezarlar yaptıran istek budur. GILGAMIŞ gibi masal kahramanlarına “ÖLÜMSÜZLÜK OTUNU ARATAN” düşüncenin temelide budur. İnsanların cadde, okul yada evlerine kendi isimlerini yada soy isimlerini koyduran güç budur. Yeni doğan çocuklarına ölen atalarının isimlerini koyan insanoğlunuda bu duygular yönlendirmektedir. Bütün insanları, kendilerini ebedi olarak yaşatacak eserler peşinde koşturan duygunun kaynağıda bu ölümsüzlük isteğinin karışılığı olan ahiret güdüsüdür.Bu değilse, sorun kendinize başka nedir?

Bütün insanlar ölümlerinden sonra iyi bir şekilde anılmak isterler. Bu duyguda ahiret özleminden kaynaklanmaktadır. Ölmüş insanlara yapılan kabirlerinin tahrif edilmesine bütün insanlar kötü gözle bakmaktadır. Hiçbir şeye inanmayan insanların dahi kendilerine kabir yaptırmak istemelerinin kaynağıda bu duygulardır. İnsanlar kabirlerle bağlarını hiç kesmezler, kabirlere ziyaretler yapılır, çiçekler götürülür, sulanır. Hatta materyalist felsefeyi benimseyen sosyalist devletlerde dahi kabir ziyatleri protokollerde yer almaktadır. (Stalin heykelleri boşunamı dikilmişti, doğum ve ölüm yıldönümleri boşunamı yapılıyordu.) İşte bu tür duygularda SONSUZ YAŞAM isteğinden doğmaktadır.

Ahirete inanmayan insanlar gördükleri rüyalardan ders almalıdırlar. Rüyada ayaksız yürüdüklerini, gözsüz görüp, kanatsız uçtuklarını düşünmelidirler. Düşünen insanlar için birçok delil ortadadır.

Bir ineğin yediği ottan süt meydana geliyor. Arının yediği çiçek tozlarından bal meydana geliyor. İnsanların yedikleri yemeklerden et, kan, tırnak gözyaşı meydana geliyor. Petrolden benzin, naylon, plastik meydana geliyor. Bunların herbirisini biliyor ve nesnel gerçeklerinden dolayıda kabul ediyoruz.

Peki ineğin sindirim sistemi ottan süt çıkarabiliyor, aynı ottan arı bal, koyunda yün çıkarabiliyor, insan siyah katran gibi petrolden iplik çıkarabiliyorda:

“YER O ZAMAN SARSINTIYLA SARSILDIĞI, ZEMİN (Bağrındaki) AĞIRLIKLARINI (Ölüleri) DIŞARI ÇIKARDIĞI ZAMAN…”(Zelzele s.1-2 Ayet) diye buyuran Allah(cc)’ın fermanına neden inanmayalım?

İnsanoğlundaki bütün isteklerin karşılığı olmak zorundadır. Bu doğanın işleyişinin temel yasasıdır. Hiçbir duygu boş ve anlamsız olamaz. Eğer bir insan acıkıyorsa onu doyuracak bir nesne, susuyorsa onun susuzluğunu giderecek bir nesne olmalıdır/vardır. Ölümsüzlük isteğiyle kıvranan insanda bilmelidirki AHİRET YURDU bu isteğinin karşılığıdır.

Tabiat aleminin kışın aldığı pozisyonla, baharda aldığı pozisyonu mukayese eden insanlar bunda da birçok ibret bulacaktır. İşte tabiatı bu iki pozisyona her yıl sokan yasa kimin iradesine tabiyse, aynı irade ahiret aleminde de insanoğluna hayat verecektir. Şüphesiz Allah(cc)’ın her şeye gücü yeter.

Aslında insanoğlunun içerisinde de kendi kendisini yargıladığı ve bizim VİJDAN dediğimiz bir muhakeme vardır. Bazı insanları duyarız, yaptıkları HATA yada GÜNAHLARI nedeniyle çok üzülürler ve kendi kendilerini cezalandırırlar ve yada VİJDAN AZABI dediğimiz manevi bir acı çekerler. Üzülürler, sağlıklarından olurlar ve hatta bu insanlar intihar etmeyi dahi düşünürler ve bazende intihar ederler. Bu noktada düşünmek gerekir. Acaba herşeyi intizam içerisinde yaratan Allah(cc) kendi kudretinin nişanesi olarak fıtraten bize vijdan olarak verdiği muhakemeyi yaşamımızın sonunda İLAHİ MUHAKEME olarak kurmayı unutur mu? Yada kurmaktan vazgeçer mi?

Zaten ölüm yokluk yada yok olma olmayıp bir alemden başka bir aleme geçiş, başka bir şekilde yaşam olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim Resulullah(sav) bir hadisinde şöyle buyuruyor:

Siz yokluk için değil, bekli beka (ebedilik) için yaratıdınız. Sadece bir evden diğer bir eve taşınıyorsunuz.”(Bihar-ul Envar, c.6, s.249)

Hamile bir kadının karnındaki bebek dünyaya nasıl geliyorsa, oradaki küçük alemini nasıl arkada bırakıp yeni bir aleme geçiyorsa ölümde tıpkı böyledir. İnsan bir alemi bırakıp diğer bir alemi gidecek ve her iki alemde koşullar ve ihtiyaçlar ve pozisyonlar bakımından farklı olacaktır. Ahiret alemi yapılan işlerin karşılığı olarak karşımıza çıkacaktır.

Oniki İmamlarımızdan gelen hadislerde şöyle buyruluyor:

“Bazı kimseler domuzların maymunların kendilerinden daha güzel sayılacağı bir şekilde mahşur olurlar.”(Usul-ü Kafi, c.3, s.424)

“Mütekebbir(Zalim); zayıf bir karınca suretiyle mahşur olur ve halkın hesaptan kurtulması için, yaratılmışların ayakları altında ezilir.”(Usul-ü Kafi, c.3, s.424)

Yine İmam Muhammed Bagır(as) buyuruyor ki: “Allah(cc) yetim malını yemede iki azap kılmıştır. Dünya cezası ve Ahiret azabı.”(Nuru’s Sagaleyn)

Ahirete inanmayan müşreklere Kur’an’da şu cevaplar veriliyor:

“EY MUHAMMED DEKİ: ONLARI İLK DEFA YARATAN DİRİLTECEKTİR.”(Yasin s.79.Ayet)

“O GÜN ÖYLE BİR GÜNDÜR Kİ KİŞİ KARDEŞİNDEN, ANNESİNDEN, BABASINDAN, KARISINDAN VE OĞULLARINDAN KAÇAR. O GÜN ONLARDAN HERBİRİNİN KENDİSİNE YETER DERECEDE DERDİ VARDIR.” (Abese s.33-36 Ayetler)

Oniki İmam inancına göre insan öldükten sonra ruhu KIYAMETE KADAR nimet veya azap içerisinde kalacaktır. İşte bu aradaki süreye BERZAH ALEMİ denilmektedir.

“ONA CENNETE GİR DENİLİNCE, NE OLURDU DEDİ KAVMİMDE BİLSEYDİ, RABBİMİN BENİ BAĞIŞLADIĞINI VE İKRAM EDİLENLERDEN KILDIĞINI.”(Yasin s. 26-27 Ayetler)

“SONUNDA ONLARDAN BİRİNE ÖLÜM GELİP ÇATTIMI, RABBİM DER BENİ GERİYE TEKRAR DÜNYAYA YOLLADA BELKİ İYİ İŞLER İŞLERİM VE ZAYİ ETTİĞİM ÖMRÜ TELAFİ EDERİM. HAYIR BOŞ BİR SÖZDÜR BU, ONLARIN ÖNLERİNDE DİRİLTİP MEZARLARINDAN ÇIKARILACAKLARI GÜNE DEK BİR BERZAH VARDIR.” (Mu’minun s. 99-100 Ayet)

Günümüze gelen sahih rivayetlere göre ve ayetlerden de anlaşıldığı gibi vaad edilen cennetlerden bazıları kıyametle değil berzah alemiyle ilgilidir ve çeşitli cennetler vardır. Bunlar kıyamete kadarki süreç içerisinde olup geçicidirler. Doğal olarakta insanın berzahta karşılacağı şeyler onun dünyadaki amellerinin karşılığı olacaktır.

Oniki İmam dostları ölümden sonraki yaşama, kabir azabına, berzah alemine, kıyamet gününe ve ebedi mükafat yada cezaya inanmak teslim olmak durumundadır. Bütün bunları bizzat görmek gerekmez. Peygamberlerin ve İmamlarımızın haberlerini kabul etmek bunları delil olarak göstermek yeterli ve gereklidir. Ölüm olayının çok sık olarak hatırlanması peygamberimiz ve İmamlarımız tarafından tavsiye edilmiştir. Bu tavsiler boşuna olmayıp kişilerin takvasıyla yada olgunluklarıyla ilgilidir. Bunun için kabirleri sıkca ziyaret etmek yada ölmüş dostlarımızı anmak, birgün öleceğimizi düşünmek bu konuda faydalıdır. Bunlar insani zaaflarımızı yok edeceği gibi Ahiret aleminide düşündüğümüzde insana HUZUR verecektir.

Aslında MEAD inancının diğer bir açıdan incelediğimizde karşımıza çıkacak olan bir boyutda, yaptığımız herşeyden hesaba çekileceğimiz gerçegidir. “Kim zerre kadar hayır yapmışsa onu görür, Kim de zerre kadar hayır yapmışsa onu görür.”(Zilzal s.6-7 ayetler)

Allah-u Teala’nın, ölümlerininden sonra, insanlırı, va’d ettiği günde, yeni bir yaratışla yaratacağına, dirilteceğine, itaat etmiş olanalara, va’d ettiği sevabı, mükafatı vereceğine, isyan edenleri, gene bildirdiği gibi cezalandıracağına inanıyoruz. Bu, semavi dinlerin ittifak ettikleri inancın, özetle ifadesidir. Hiçbir müslümanın, Hz.Muhammed(sav)’e indirilen Kur’an’ı Kerim’in bu husustaki beyanlarına muhalefet etmesine imkan yoktur. Allah(cc)’a tam ve gerçek bir inançla inanan, Hz.Muhammed(sav)’in hak dinle ve hidayet üzere gönderildiğine iman eden kişi, Kur’an’ı Kerim’in tekrar diriliş, sevab, ıkaab, cennet ve cehenneme dair verdiği haberlere de inanır. Kur’an’ı Kerim’de bin’e yakın ayetl-i kerime, ahıreti, tekrar dirilmeyi, mükafat ve mücazatı bildirmektedir. Bu hususta şüpheye düşen, risalet sahibine, yahud kainatın yaratıcısına, onun kudretine hatta yalnız bunlara değil, bütün dinlere ve şeriatlerin tümünde şüphe ediyor demektir.

CİSMANİ MEAD HAKKINDAKİ İNANCIMIZ

Ayrıca, Mead’ın cismani olduğuna inanmak da İslami zaruretlerdendir. Kur’an’ı Kerim, şöyle buyuruyor;

“İnsan, kemiklerini hiç toplayamayız mı sanıyor? Evet, değil kemiklerini, parmak uçlarını bile düzüp koşmaya gücü yeteniz.”(Kıyamet-3-4)

“Şaşıyorsan, asıl şaşılacak şey, toprak olduktan sonra yeniden mi yaratılacağız diyenlerin sözü. Öyle kişilerdir onlar ki, Rablerine kafir olmuşlardır.”(Ra’d-5)

“İlk yaratışta aciz mi kaldık ki: Hayır, ama onlar, yeni bir yaratışda şüphe içindeler.”(Kaaf-15) Kur’an’ı Kerim Allah(cc)’ın sonsuz kudretini beyan etmekte, insana dünyada, bu varlıkla mevcut değilken yaratıldığını hatırlatmaktadır.

Cismani mead, özetle, insanın, çürüyüp giden bedeniyle, toz olup biten kemikleriyle, kıyamet gününde, eski şekliyle, eski hey’etiyle, diriltilmesidir; buna, hesap, sırat, mizan, cennet, cehennem,  sevab ve ıkaaba, yani Kur’an’da zikredilen hususların hepsine inanmaktan ibarettir. Bunlar, eski cüz’leriyle mi, yoksa ona benzer başka bir cesedle mi diriltilecek; ruhlar, bedenler gibi yok mu olup, gider, yoksa mead’da bedenlerine girinceye dek bakıy mi kalır; mead, yalnız insanalara mı mahsustur, yoksa bütün canlılar da mı diriltilecek; bu diriliş, birden mi olacak, yavaş-yavaş mı, cennet ve cehennem şimdi de var mı, gökte mi, yerde mi, mizan, manevi midir, yoksa iki kefesi olan cismani bir terazi mi; sırat, incecik bir cismani yol mu, yoksa manevi doğruluk mu: Bunları inceleyip inanmaya lüzium yoktur; hepsine icmalen iman kafidir. Esasen bunları incelemek, kelamcılara, felsefeci geçinenlere ait bir şeydir ve bu da, ne dini bir zarurettir, ne ictimai bir zarurettir. Bunlarla uğraşmak, abes yere sahifeleri karalamak, kitapları doldurmaktır; çalışanların vaktini boş yere bitirir, tüketir-gider.

İnsan, gaybe ait, çevresinden hariç şeyleri idrakte acizdir. Ancak biz, Allah-u Teala’nın her şey’i bilen, her şeye gücü yeten bir mabud olduğuna inanıyoruz; O, bize meadın olacağını haber vermişitr ve biz, ölümle, bu duygu, tecrübe ve mübahase aleminden göçtükten sonra bütün bunları göreceğiz, anlayacağız. Bu alemde, duyguya, tahmine kapılıp hayale düşerek

“Çürüyüp dağılmış kemikleri kim diriltir.”(Yasin-78) diyen kişinin sözünü söylemeyiz; zati bu şaşkınlığın bir dayanağı da yoktur; çünkü bu sözü söyleyen, önce nasıl yaratıldığını unutan kişidir. O, yoktu, bedenin bütün cüz’leri darmadağındı; yeryüzünden derlenip toplandı; sonunda akla, söz söyleme kaabileyetine sahip bir insan oldu.

“İnsan, kendisini, hiç şüphesiz bir katre sudan yarattığımızı görmedi mi de şimdi o, apaçık bir düşman kesilmeye kalkışmada. Ve bize bir örnek getirmede ve yaratılışını da unutmada.”(Yasin-77-78) Bu sözü söyleyen, ilk yaratılışını unatan kişiye,

“Onu ilk def’a yapıp meydana getiren, diriltir onu ve O, her çeşit yaratmayı bilendir.”(Yasin-79) denir Ona, kainatı bir yaratanın olduğunu, ne biçim meydana getirildiğini bile idrakedemezken, şuuru, iradesi, aklı olmayan, birbirinden apayrı, birbirinden uzak zerrelerin nasıl birleşip nutfe olduğunu, sonra da o nutfenin, tedbir ve şuur sahibi, duygulu bir insan haline gelişini anlayamazken, çürümüş, dağılmış kemiklerin nasıl yeniden bir yaratılışa erişeceğine, ne diye şaşmaktasın denir.

Bugün, kainatı tedbir ve tasarruf eden, her şey’i bilen, her şey’e gücü yeten ve seni yoktan var eden, sana, yeniden seni yaratacağını haber vermede, bini, bugünkü bilginle, bugünkü duygunla anlamana, keşfetmene imkan yok; bu hususta konuşmak da boş; çölde koşmaya, karanlıkta görmeye çalışmaya benziyor.

İnsan, son zamanlarda elektriği, atomu keşfetti, evvelce bunlardan bahsedilseydi, yahud biri, bunları gösterseydi, gören bunlara ya hayal derdi, ya büyük. Böyle olmakla beraber gene de hala, ne elektiriğin sırrı bilindi, ne atomun sırrı; hatta bu ikisinin özelliklerinden biri bile anlatılamadı; yaratışın, var edişin sırrı nasıl anlaşılabilir ki? Sonra da meadın, yeniden dirilişin sırrından bahse, bunu anlatmaya kalkışıyoruz!

Evet, insana, İslam’a inandıktan sonra, nefsine uymaması, ahiretini ve dünyasını düzene sokacak şeylerle uğraşması, kadrini, derecesini, Allah katında yüceltecek şeyleri düşünüp nefsini ıslah etmesi, ölümden sonra kabir ve hesap çetinliğini müteakıp, her şey’i iyiden iyiye bilen Allah-u Teala’nın manevi huzuruna nasıl çıkacağını teemmül etmesi,

“Kimseden bir karşılık kabul edilmez, kimsenin kimseye şefaati fayda vermez; onlara yardım da edilmez.”(Bakara-48) ayet-i kerimesiyle anlatılan günden çekinmesi gerekir.

Konuyu Hz.Hüseyin(as)’in Muharremin 10. Günü (Aşura günü) ashabıyla (Şialarıyla) kıldığı sabah namazının ardından söylediği kısa bir hadisle bitirmek istiyoruz: “Biraz sabır ve sebat gösterin. Ölüm, sizi dert ve sıkıntıdan geniş cennetler, saadet ve keramet sahiline ulaştıracak bir köprüden başka bir şey değildir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.