AleviSesi

Alevilik, Hz. Ali (a.s)'ın yolundan gitmektir.

Temel İnançlar (Usul-u Din)

İmamet (12 İmamlara İnanmak)

İmamet İnancı

İmam kelime anlamıyla önder, lider anlamına gelir. Her peygamber Allah(cc)’ın ahkamını halka bildirmesi, halkın terbiyesini üstlenmesi, kendisinden sonra kalacaklara önderlik yapması için Allah(cc)’ın emriyle yerine geçecek olan önderi tayin eder. Bu nedenlede yeryüzü hiçbir zaman HÜCCETSİZ (Delilsiz) kalmamış olur.

Genel anlamda dünyada insanları iyiliğe ve kötülüğe çağıran imamlar vardır, önderler, liderler vardır. Örneğin Kur’an’da Firavun ve Haman anılarak “İnsanları ateşe çağıran İmamlar” denilmiştir.

Allah(cc)’ın dinini koruma görevi ilahi bir görev olup peygamberin yerine geçecek yada başka bir anlatımla O’nun çizgisini devam ettirecek kişininde insanların oylarıyla veya ölçüleriyle değil Allah(cc)’ın tayini ve peygamberinde tebliğiyle olması gerekir. Hz.Muhammed(sav):

“HER PEYGAMBERİN BİR VASİSİ VE VARİSİ VARDIR. ALİ BENİM VASİM VE VARİSİMDİR.” (Künüzül-Hakaık, c.2, s.148) diye buyurmuştur. Bilindiği gibi vefat eden kişinin işlerini vasisi yada varisleri üstlenir. Daha önceki bölümlerde Hz.Ali(as) ile ilgili hadislerin ve ayetlerin çokluğundan ve netliğinden sözetmiş ve Hz.Ali(as)’ye  verilen önemi belirtmiştik. Dolayısıylada Hz.Ali(as) bu anlamda İMAMLARIN BİRİNCİSİDİR. Hz.Ali(as) vefatından önce yerine oğlu Hz.Hasan(as)’ı imam olarak vasiyet etmiş ve Allah(cc)’tan gelen emirler doğrultusunda her bir önceki İmam yerine sonrakini vasiyet etmiş, Oniki imamların sonuncusuna kadar bu şekilde gelinmiştir. Konunun önemi ve daha iyi anlaşılabilmesi bakımından Oniki İmamlardan hadisler vermek gerekiyor:

Yedinci İmam Musa Kazım(as) buyuruyor ki: “ALLAH’IN HALKINA HÜCCETİ ANCAK HAYATTA BULUNAN VE TANINAN İMAMLA OLUR.” (Usul-u Kafi, s.85)

Altıncı İmam Cafer-i Sadık(as) buyuruyor ki: “YERYÜZÜ İMAMSIZ KALAMAZ” (Usul-u Kafi, s.86-87)

Beşinci İmam Muhammed Bagır(as) buyuruyor ki: “İslam BEŞ şey üzerine kurulmuştur. Namazı dosdoğru kılmak, zekat vermek, hacca gitmek, Ramazan ayında ORUÇ tutmak ve biz EHLİ BEYTİN VELAYETİ. Bunlardan dördünün ruhsatı vardır, Ama velayetde ruhsat yoktur. Çünkü malı olmayana zekat ve hacc farz olmaz, hasta olan namazını oturarak kılar ve orucunu yer. ANCAK VELAYET SAĞLIKLI, HASTA, FAKİR VE ZENGİN HERKESE FARZDIR.” (Vesailu Şia, c.1, s.14)

İmamet yada Velayet bahsiyle ilgili olarak söylemek gerekir ki Kur’an’ın değişik içerikleri tefsir ve tavzihe yani açıklamaya muhtaçtır.Çünkü bütün ayetler açıklık yönünden aynı değildir. Bu nedenle de gerek peygamberimiz tarafından yada bu alemin ötesiyle MANEVİ İRTİBATLARI bulunan kimselerin Kur’an ayetlerini açıklamaları gerekmektedir.

Kur’an’ın ZAHİR VE BATIN yönlerinin bulunduğu ve her batınında yedi kola ayrılan batınlarının olduğu çeşitli hadis kitaplarında anlatılmaktadır. Dolayısıylada Kur’an’ın bazı yönlerini akıl yoluyla düşünerek yada araştırarak bulabilmemiz mümkün değildir. Sadece özel makamları olan kişiler bu anlamları elde edebilirler. İşte bizim inancımıza göre bu insanlar ONİKİ İMAMLARDIR.

Şu noktada önemle düşünülmelidir ki; bir baba dahi işyerini kendisinden sonra teslim edeceği evladını arıyor, hatta bazıları miraslarını ölmeden belli şekillerde paylaştırıyorlar. Dünya tarihindeki birçok politikacı siyasi miraslarını, çizgilerini aynen koruyacak şahıslara teslim etmeye özen gösteriyorlarken, bütün kainatı özenle ve tastamam yaratan Allah(cc)’ın, dolayısıyla da son dinin son elçiliğini üstlenen peygamberin “BENDEN SONRASI TUFAN” demesi mümkünmüdür?

Herşeyin tastamam düzenleyen ilahi programın bu noktayı unuttuğunu nasıl söyleyebiliriz? Nitekim bu konu ilahi kitapta açıkça düzenlenmiştir.

İsra S. 71. Ayetinde: “O GÜN (Kıyamet günü) HERKESİ, HER TOPLULUĞU UYDUKLARI İMAMLARIYLA (Önderlerle, Kişilerle, Rehberlerle) ÇAĞIRACAĞIZ.”

Anlaşıldığı gibi insanoğlu dünyada yaşarken kimin izindeyse, kimin tavsiye ettiği ilkelere göre hayatını düzenlemiş ve o ilkelere göre hayatı yorumlamışsa, kıyamet gününde de o kişiyle birlikte haşrolunacak, hesap verecektir. Sözgelimi kişi dünyasını Yezidin ilkelerine göre düzenlemişse Yezidle, Marksın ilkelerine göre düzenlemişse Marksla, ebu Suudun ilkelerine göre düzenlemişse Ebu Suudla, İnönünün ilkelerine göre hayatına yön vermiş onlara benzemeye çalışmışsa doğal olarakta dünyada onların imametini kabul ettiği için ilkelerini yaşadığı için mahşerde de onların bayrağı altında toplanacaktır.

Bakara S. 124. Ayeti: “… RABBİ İBRAHİMİ BAZI SÖZLERLE SINADI. O BUNLARI YERİNE GETİRİP TAMAMLAYINCA, DEDİ Kİ: BEN SENİ İNSANLARA İMAM EDECEĞİM. İBRAHİM: SOYUMUDA İMAM ET (dedi) ALLAH, BENİM AHDİME ZALİMLER NAİL OLAMAZLAR.”

Dolayısıyla zulmedenler, nefislerine uyanlar, batıla koşanlar Allah(cc)’ın iradesine uymayı reddedenler, Allah(cc)’ın uymamızı tavsiye ettikleri önderler olamazlar. Onlar Allah(cc) rızasına uygun imamlar değildirler. Onlar ancak kendilerine uyanları ateşe götüren önderler olabilirler.

Peygamberler bütün hayatları boyunca Allah(cc)’ın iradesine uygun olarak yaşarlar, vefatlarıyla da vahiy kesilir, tebliğ vazifeleride sona ermiş olur. Fakat dinin hükümlerini tatbik edip öğretmek, korumak ve yaşatmak İMAMLARA düşer. Allah(cc) adil olduğu için, merhametli olduğu için imamları insanlara yol göstersin diye lütfetmiştir. Peygamberlik bitmiştir fakat Allah(cc)’ın dini kıyamete kadar kalıcıdır. Bu davayı üstlenen imamda doğal olarak en üstün kişi olması, ilahi hükümleri koruma ve yaşatma konusunda MASUM yani temiz ve günahsız olması gereklidir. İmam örnek insan olmalıdır.

Ahzab S. 33. Ayet: “ANCAK VE ANCAK ALLAH, EY EHL-İ BEYT, SİZDEN HER ÇEŞİT PİSLİĞİ, SUÇU GİDERMEK VE SİZİ TAM BİR TEMİZLİKLE TERTEMİZ BİR HALE GETİRMEK DİLER.”

Yine doğal olarak İmamlık seçimle olmaz, bu tamamen Allah(cc)’ın takdirine giren bir konudur. İmamın çizgisi, Peygamberin çizgisinin aynısıdır. Peygamberimizin Hz.Ali(as) ve diğer İmamlarımızla ilgili söylemiş olduğu hadislerde de bu çok açık olarak görülmektedir.

Gadir Hum olayı bunun en açık tesbitidir. Hz.Muhammed(sav) buyuruyor:

“Gadir Hum, ümmetimin bayramlarının en faziletlisidir. O öyle bir gündür ki Allah-u Teala o gün Kardeşim ALİ’yi ümmetime “İMAM” olarak tayin etmemi bana emretti. Ali öyle bir alimdir ki, BENDEN SONRA ümmetim onunla hidayete erer. O gün öyle bir gündür ki Allah(cc) o gün dinini kemale erdirmiş ve ümmetimin üzerine olan nimetini tamamlamış ve onlar için İslam’dan din olarak razı olmuştur.”(Tefsir-i Nur’us Sekaleyn, c.1, s.588)

Yine İmamlarımızdan İmam Cafer-i Sadık(as) buyuruyor ki:

“Gadir Hum günü, fıtır, kurban ve Cuma günleri arasında, yıldızlar arasında parlayan ay gibidir.” (Bihar-ul Envar, c.95, s.323)

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi bakımından örneklere devam ediyoruz. İmam Ebu İshak Sa’lebi “EL KEBİR” adlı tefsirinde kendi senediyle Ebu Zer-i Gaffari’den naklettiği bir hadisde Ebuzer şöyle diyor:

“Ben bu iki kulağımla duydum, yoksa her ikiside sağır olsun ve bu iki gözümle gördüm yoksa her ikiside kör olsunlar ki Resulullah(sav) şöyle buyuruyordu:”

“Ali Müminlerin önderi, kafirleri öldürendir, Ona yardım eden (Allah’dan) yardım görür, Onu yalnız bırakan (Allah tarafından) yalnız bırakılır.”

Biliniz ki ben, Resulullah(sav)’la birlikte namaz kıldığım bir gün, bir fakir camide halktan yardım diledi. Ama hiçkimse ona bir şey vermedi. Hz.Ali(as)’de RÜKU halinde idi, Serçe parmağını ona doğru uzattı. O parmağında yüzük vardı. Fakir gelip parmağından o yüzüğü çıkardı. O zaman Resulullah(sav) ALLAH’A YAKARARAK ŞÖYLE DUA ETTİ:

“EY ALLAH’IM, kardeşim Musa sana dua ederek EY RABBİM, Benim göğsümü aç, işimi kolaylaştır, dilimden düğümü çözde sözümü anlasınlar ve benim kendi ehlimden kardeşim Harun’u bana yardımcı kıl, Onunla beni güçlendir ve onu benim işime ortak kıl da sana çokca tesbih edip çokca zikir edelim. Gerçekten de sen bizim (halimizi) en iyi girensin, dedi, sen ise ona:

EY MUSA, DUAN KABUL EDİLDİ VE İSTEDİĞİN VERİLDİ diye vahyettin.EY ALLAH’IM, bende senin kulun ve peygamberinim, sen benimde göğsümü aç, işimi kolaylaştır. Bana kendi ehlimden Ali’yi vezir (Halife, yardımcı) karar ver ONUNLA BENİ GÜÇLENDİR.” Ebuzer şöyle devam ediyor:

Allah(cc)’a andolsun henüz Resulullah(sav) sözünü tamamlamamıştı ki Cebrail-i Emin nazil olup şu ayeti getirdi:

“SİZİN VELİNİZ (EMİR SAHİBİNİZ) ANCAK ALLAH, RESUL’Ü VE NAMAZ KILIP RÜKU HALİNDEYKEN ZEKAT(SADAKA) VEREN MÜ’MİNLERDİR. ALLAH’IN RESUL’ÜNÜN VE İMAM EDENLERİN VELAYETİNİ KABUL EDEN KİMSELER (BİLSİN Kİ) GERÇEKTEN DE ALLAH’IN HİZBİ (GRUBU) GALİP OLANLARDIR.” (Maide S. 55. Ayet)

Yine bu hadisi Sahih-i Nesai, Müsned-i Ahmed, İbni Hacer(Es-Sava’ul Muhrika kitabı) ve İbni Ebil Hadid (Şerhi Nehc’ül Belaga’da) nakletmişlerdir.

Yine en son sure olarak nazil olan ve veda haccında GADİRİ HUMM da inen Maide suresinde de Hz.Ali(as)’nin İmameti çok açık olarak bildirilmiştir. Hz.Ali(as)’nin elinden tutulup halka Resulullah(sav)’dan sonra halife tayin edilmesinden önce MAİDE suresinin 67. Ayetinde şöyle buyrulur:

“EY MUHAMMED ALLAH-U TEALA SANA SELAM GÖNDERİP BUYURUYOR Kİ: EY PEYGAMBER, BİLDİR, SANA RABBİNDEN İNDİRİLEN EMRİ VE EĞER BU TEBLİĞİ İFA ETMEZSEN ONUN ELÇİLİĞİNİ YAPMAMIŞ OLURSUN VE ALLAH SENİ İNSANLARDAN KORUR.”

GADİR-İ HUM hadisi Alevi ve Sünnü bütün din alimlerinin kaynaklarında bulunmaktadır. Hadisin tamamı ve kaynakları başka bir bölümde ayrıntılı olarak incelenmiştir. (Bakınız Sakaleyn Hadisi, Gadir-i Hum bölümü)

“Ben kimin Mevlası İsem Ali’de O’nun Mevlasıdır. Ey Allah’ım O’nu seveni sev, O’na düşman olana sende düşman ol. O’na yardım edene sen de yardım et. O’nu yalnız bırakanı sen de yalnız bırak ve her nereye gitse hakkı onunla beraber kıl.”

Sonra başındaki sarığını Hz.Ali(as)’nin başına koyup ona özel bir yer (çadır) hazırladı. Sonrada ashabından O’nu tebrik etmelerini istedi. Tebrik merasimi bittikten sonrada Maide S. 3. Ayeti nazil oldu:

“İŞTE BUGÜN DİNİNİZİ İKMAL ETTİM. SİZE NİMETİMİ TAMAMLADIM. SİZLERE DİN OLARAK MÜSLÜMANLIĞI VERDİM DE HOŞNUD OLDUM.”

İmamet ve Oniki İmamlar konusunda ki hadislerin hepsini buraya almaya gerek bulmuyor, yine bazı hadisleri yeterli görüyoruz.(İnşaallah başka bir bölümde ayrıntılı olarak inceleyeceğiz.)

“Bu din kıyamete kadar baki kalacaktır ve hiç şüphesiz Kureyş’ten olan Oniki Halife size hüküm sürecektir.”(Sahih-i müslim, c.6, s.4)

“Oniki Emirin hepsi de Kureyş’tendir” (Sahih-i Buhari, c.8, s.127)

“Her kim, Benim gibi yaşamak, Benim gibi ölmek, Rabbimin Bana vaad ettiği Huld Cennetinden sakin olmak istiyorsa, Ali İbn-i Ebutabim’in velayetini kabul etsin. Zira O sizi asla hidayetten çıkarmaz ve asla delalete sokmaz.”(Müstedrik-i Hakim, c, 3, s.128; Taberani’nin yazdığı El Kebir adlı tefsir)

“(Ya Ali) Senin Bana nisbetin Harun’un Musa’ya olan nisbeti gibidir, fakat Benden sonra peygamber yoktur.” (Sahih-i Müslüm, c.7, s.120; Sahih-i Buhari, Ali’nin faziletleri bölümü)

Gadir Hum günü Hz.Ali(as)’nin İslam içerisindeki yeri ve önemi bir kez daha müslümanlara hatırlatılmıştı. Resulullah(sav) her vesileyle Ehl-i Beyti ve İmamları övmüştü. “BENDEN  SONRA ONİKİ İMAM GELECEK HEPSİDE KUREYŞTEN OLACAK.” demişti.

Hz.Ali(as) ise: “EVLADIMDAN OLAN İMAMLARA KİM İTAAT EDERSE GERÇEKTEN DE ALLAH’A İTAAT ETMİŞTİR. ONLARA İSYAN EDEN, GERÇEKTENDE ALLAH’A İSYAN ETMİŞTİR. ONLAR SAĞLAM KULPTUR. ULULAR ULUSU, YÜCELER YÜCESİ ALLAH’A VESİLELERDİN ONLAR.”(Yenabi’ul Mevedde, s.445-446) demişti.

Resulullah(sav)’ın; “Ben İlmin şehriyim, Ali’de onun kapısıdır. Kim ilim şehrine girmek isterse kapıya müracat etsin.” diyerek övdüğü Hz.Ali(as), “Nehcül Belaga” daki 85. Hutbesinde inananlara şöyle sesleniyor;

“Nereye gidersiniz? Ayetler açıkken, işaretler önünüzde dikili iken, Kılavuzlar dururken hangi yola saptırılırsınız? Aranızda Peygamberin Zürriyeti dururken yolunuzu nasıl şaşırırsınız? Ki onlar dinin kılavuzları, Doğrunun lisanlarıdır. Onları Kur’an’ın en güzel yerlerine yakıştırın… Susuzluğunuzu onların pınarlarından içerek giderin…”

Yeni Hz.Ali(as) Nechül Belaga’daki bir başka hutbesinde şöyle der;

“Peygamberimizin Ehli Beytine bakın, Onların yolunu takib edin, izlerinden yürüyün… Onlar sizi hiçbir zaman doğru yoldan çıkarıp, kötü yola saptırmazlar… Onlar oturunca oturun, kalkınca kalkın, önlerinden gitmeyin yolunuzu şaşırırsınız, gerilerinde de kalmayın helak olursunuz.”

“Necipler biziz… Hizbimiz Cenab-ı Allah’ın hizbidir… Bize saldıranlar şeytanın hizbindendir… Bizi düşmanlarımızla bir tutanlar ise bizden değildir.”

Yine  İmamet ile ilgili olarak Tabarani KEBİR’inde, Rafi MÜSNED’inde İbni Abbas’a dayanarak şöyle yazmışlardır;

“Resulullah(sav) deki ki; Her kim benim gibi yaşamak ve benim gibi ölüp ağaçlarını Rabbimin diktiği cennete gitmek istiyorsa, benden sonra Ali’nin velayetini kabul etsin ve Ehli Beytimin yolundan gitsin… Onlar benim mayamdan doğdular(yaratıldılar) ve benim ilmime nail oldular. Allahın azabı onları yancı çıkarınlara ve benden ayırmak isteyenlere yağacaktır, Allah böylelerine şefaatimi nasib etmesin…”(Kenzul Ummal, c.6, s.217; Ebu Nüaym’ın Hilyatül Evliyası)

Yine peygamberimiz şöyle buyurur;

“Biz Ehli Beytin sevgisini iltizam edin, Allah’ın huzuruna bizi severek çıkan kimse, bizim şefaatimizle cennete gider. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki bizim hakkımızı tanımadıktan sonra, hiçbir kulun ameli kendisine fayda sağlamayacaktır.” (Tabarani “Avsat”ında, Suyuti “İhya Ülmeyt”inde, Nebhani(Erbain), İbni Hacer(Savaik)

İşte Ehli Beyt ile ilgili bazı ayetler;

Ahzab S. 33.Ayet, EHLİ BEYTİN TAHİR(Pak) olduğuna işaret eder.

Şura S. 23. Ayeti; “BU TEBLİĞE KARŞI SİZDEN AKRABALARIMI SEVMENİZDEN BAŞKA HİÇBİR ÜCRET İSTEMİYORUM.”

Bu sevilmesi farz olan kişiler acaba Ehli Beytden başka kişiler mi?

Ali imran S. 61.Ayeti; “Onlara (Hristiyanlara) DEKİ: GELİN ÇOCUKLARIMIZI VE ÇOCUKLARINIZI, KADINLARIMIZI VE KADINLARINIZI, NEFİSLERİMİZİ VE NEFİSLERİNİZİ ÇAĞIRALIM… BİZ BİZZAT GELELİM…”

Bu “MÜBAHELE” ayetinde anlatılan olayın Ehli Beytin Allah(cc) nezdindeki konumuyla ilgili olduğunu görmüyormusun? (Bu ayetler başka bir bölümde ayrıntılı olarak incelenmiştir.)

Ali İmran S.103. Ayetinde “HEP BİRDEN ALLAH’IN İPİNE SIMSIKI SARILIN…” buyrulurken Allah’ın ipi olarak kastedilen acaba Ehli Beyt değil mi?

EL MÜRACAT’da belirtildiği gibi İmam Sa’lebi büyük tefsirinde bu ayetin manasını verirken İmam Cafer-i Sadık(as)’dan şu haberi verir: “ALLAH’IN GÖKTEN YERE UZANAN İPİ BİZİZ.” Ayrıca İbn Hacer Onların hakkında inen ayetlerin arasında bu ayetide sayar. İbn Şahabettin (Raşfetüs-Sada) kitabında İmam Şafi’nin bu ayete işaret eden beyitlerini nakleder.

“SADIKLARLA BERABER OLUN” diyen ayet onları kastedmiyor mu?

“BUDUR BENİM DOĞRU YOLUM, ONU TAKİB EDİN” “TÜRLÜ YOLLARA SAPMAYIN ALLAH’IN YOLUNU ŞAŞIRIRSINIZ”diyen ayetler Onların yolundan başka yolları mı gösteriyor? Ve:

“EY İNANANLAR, ALLAH’A, RESULÜNE VE SİZDEN EMİR SAHİBİ OLANLARA İTAAT EDİN” diye buyrulan ayetlerde acaba kimlere işaret ediliyor?

“BİLMİYORSANIZ EHLİ ZİKR’E SORUN.” denilen ayette acaba kimlere işaret ediliyor?

“HÜDA YOLU GÖRÜNDÜKTEN SONRA, HERKİM RESULULLAHA MUHALEFET EDER VE MÜMİNLERİN YOLUNDAN SAPARSA, ONU CEHENNEM ATEŞİNDE YAKARIZ.” denilen ayetdeki MÜMİNLER kimler acaba?

“SEN BİR MÜNZİRSİN (Öğüt verici) FAKAT HER KAVMİN BİR DE “HADİ” Sİ VARDIR?” Acaba bu hadiler kimlerdir?

“A’RAF ADAMLARI” diye isimlendirilenler onlardan başka birileri mi? Örnekleri çoğaltmak mümkün ancak şimdilik bu kadarı yeterlidir. İnşaallah başka bir bölümde ayrıntılı olarak incelenecektir.Bu ayetlerin Ehli Beyt’le ilgili olarak nazil olduğuna ilişkin Sünni hadis ve teefsir kitablarının isimleri EL-MÜRACAAT isimli kitabda tek tek zikredilmektedir. Yine bu arada Kur’an’ın eksik olduğunu iddia eden kişilere sormak gerekiyor: Kur’an’ı eksilten yada iddia ettiğiniz gibi Ehli Beytle ilgili ayetleri çıkaranlar ACABA BU AYETLERİ NEDEN ÇIKARMAMIŞLAR?, YOKSA SİZ ALEVİ HALKINI KUR’AN’DAN UZAKLAŞTIRMAK İÇİN Mİ BU İFTİRALARI ORTAYA ATIYORSUNUZ? Bilmelisiniz ki bu tip iftiralar sizleri ancak SAPIKLIĞA SÜRÜKLER.

Oniki İmamlarımız bizi Allah(cc)’a götüren vesilelerdir. Onlar bize peygamberin getirdiği hükümleri öğretir ve bizim sapmadan peygamberimizin yolundan gitmemize yardımcı olmaya çalışırlar. Oniki İmamlar yaşadıkları dönemlerde ümmetin en bilgini ve takvalısı olmalarının dşında hayatlarıda hep mücadeleyle geçmiştir. Onların hepsininde yolu birdir. Onlar Allah(cc)’ın lütfudurlar, temizdirler, günahlardan arınmış masumdurlar. Her türlü güzellik ve hayırda onlar önderdirler.

İmam Muhammed Bagır(as) buyuruyor ki: “Allah(cc) tarafından imamı olmayan bir kimsenin imanı, ibadeti, sayi(çalışması) ve telaşı heba olur. Amelleri kabul olmaz.” (Vesali uş Şia, c.1, s.90)

Yine aynı İmamımız bir başka hadisinde: “Yüce Allah bizim Velayet ve İmametimizi kabul etmeyen birinin İbadetini kabul etmez.”(Usulü Kafi,c.1,s430)

Oniki İmamlar hakkındaki ayet ve hadislerin tümünü yazıp onları hakkıyla anlatmamız mümkün değildir. Onlar Allah(cc)’ı ve peygamberimizi en iyi anlayanlardır, en iyi öğretmendirler. Bilgileri Allah(cc) katından olup, onlar ALLAH’IN UZATTIĞI İPTİRLER.

Peygamberimiz buyuruyor ki: “İSRAİL OĞULLARI 71 FIRKAYA, HRİSTİYANLAR İSE 72 FIRKAYA BÖLÜNDÜLER. BENİM ÜMMETİM İSE 73 FIRKAYA BÖLÜNÜRLER, ONLARIN BİR FIRKASI HARİÇ GERİYE KALAN HEPSİ ATEŞTEDİR.”

Ehli Beyt gemisi KURTULUŞ GEMİSİ ilan edilirken Hz.Ali(as) ve İmamlarla ilgili övgüler söylenirken, Ayetler ve hadisler anlatılırken ve bütün bunlar Alevi olsun sünnü olsun bütün hadis kitaplarında yer almışken bu konuda şüpheye düşülmesini biz anlayamıyoruz. Kaldıki Peygamberimiz ve Oniki İmamlar bütün insanlığa gönderilen kurtarıcılardır. Bazı müslüman kardeşlerimizin bu konuyla ilgili olarak “PEYGAMBER HZ.ALİ’Yİ KENDİSİNDEN SONRA BU GÖREVİNE TAYİN ETTİĞİNİ AÇIKÇA SÖYLESEYDİ YA, AÇIKÇA SÖYLEMESİ GEREKİRDİ.” Şeklindeki itirazlarına karşılık ancak insafla bakılabilir ve detaylı bir inceleme yapmadığı söylenebilir.

Hakkında bunca ayet inmişken, bunca hadis söylenmişken yiğitliği, bilgisi bunca tekrarlanmışken, Hz.Ali(as)’nin pozisyonu düşmanlarınca dahi inkar edilemezken DAHA AÇIKCASI NE YAPILABİLİRDİ? Hz.Peygamber en son hasta yatağında BİZLER SAPMAYALIM diye vasiyet yazmak istiyor AMA ENGELLENİNCE VAZGEÇİYORDU.

Allah(cc)’ın varlığına ait nişaneler her tarafa yayılmışken ve her tarafta bakmasını bilenlere gözükürken inanmayanların:

“ALLAH KENDİSİNİ AÇIKÇA GÖSTERSEYDİ YA” demeleri ne kadar tutarlıysa bu iddialarda o kadar tutarlıdır.Hz.Ali(as)’yi yada Oniki İmamları göremeyen kalplere hidayet dilemekten başka ne yapabiliriz?

İmametin İspatı:

Hz. Muhammed(sav)’in ölümünden sonra müslümanların iki gruba ayrıldıklarını biliyoruz. Bunlardan bir grubu, peygamber efendimiz(sav)’in kendinden sonra bir vasi belirlemediğine ve bu meseleyi, bir araya gelerek kendilerinden birini rehber olarak seçmeleri için ümmete bıraktığına inanmaktadırlar. Bunlara Ehl-i Sünnet deniliyor. Diğer ikinci grub ise, Peygamberin yerine geçecek olan rehberin, müslümanları  idare edecek kimsenin peygamber efendimiz gibi masum, günah ve hataya dücar olmaması halkın maddi ve manevi liderliğini üstlenebilecek, bunun üstesinden gelebilecek geniş ilim sahibi olması ve islamın temel ilkelerine bağlı kalması gerektiğine inanıyorlar. Böyle bir ferdin belirlenmesi ise yalnız Allah-u Teala tarafından ve O’nun Resulü aracılığıyla mümkün olabileceğine ve İslam Peygamberinin de bu görevi yerine getirdiğine, zira kendinden sonra Ali(as)’ı müslümanların rehberi, kendi vasisi ve müminlerin velisi olarak belirlediğine inanıyorlar. Bu gruba ise İmamiye, Şia, Cafer-i deniliyor.Gayemiz bu meseleyi Kur’an ayetleri ve Resulullah’ın sünnetiyle, akli ve tarihi delillerle açığa çıkarmak ve incelemektir.

Peygamberlerin gerekliliği hakkında beyan ettiğimiz delillerin aynısı, peygamberlerin vasi ve halifeleri içinde geçerlidir. Bir peygamberin vasileri, diğer bir peygamber zuhur edinceye kadar var olmalıdır. Çünkü vasiye olan ihtiyaç belli bir zaman veya hal ile sınırlı değildir. Zira kitap ve şeriat, dini ikame edecek birisi olmadıkça, tek başına yeterli değildir. Görmüyor musun? tüm mezhep ve fırkalar, kendilerini kur’an-a dayandırıyorlar!. Kalplerinde eğrilik olan cahil insanlar da Kur’an-a istinat ediyorlar (dayanıyorlar). Bu nedenle, Allah indinden bir kitap ve şeritla gönderilen her peygamberin vasileri olmalıdır. Bunlar, o peygamberin nübüvvetinin sırları ve ona nazil olan kitabın maarifini insanlara açıklamalı, onun yolunda hiçbir anlaşmazlığın kalmamasınısağlamalıdırlar. Bu bağlamda, kendisi peygamberlerin efendisi ve sonuncusu, dini de dinlerin en mükemmeli ve sonuncusu olan Resulullah’ın da vasileri olmalıdır. Bunlar, Resulullah’ın insanlar üzerindeki hüccetleridirler.(delilidirler)  Kur’an-ın,  insanların heva ve heveslerine, akıl ve rey’lerine göre değil, Allah’ın murat ettiği şekilde yorumlanmasının güvencesidirler. Bunlara uyulmadığı takdirde ihtilaflar çıkar kalpler değişik yollara sapar. Günümüz müslüman dünyasının temel sorunu da zaten budur. “Sana kitabı indiren O’dur. Onun bir kısmı, muhkem ayetlerdir ki, onlar kitabın anasıdır (temelidir). Diğer bir kısmı da, benzeşen(müteşabih) ayetlerdir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve yorumunu yapmak için onun müteşabih ayatlerine uyarlar. Oysa onların yorumunu Allah’tan ve İlimde derinleşenlerden başka kimse bilmez” (Al-i İmran-7), “Böylece, helak olacak kişi apaçık bir delilden sonra helak olsun, diri kalacak kişi de apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın” (Enfal-42)

İmamın Varlığı İlahi Bir Lütuftur:

İmamın varlığı, Allah’ın kullarına olan bir lütfudur. Zira İmam, insanları birleştirir; zayıfın hakkını güçlüden, fakirin hakkını zenginden alır; cahilin önünü alır, gafili uyandırır. “Hiç bir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı korkutucu gelip geçmiş olmasın.” (Fatır-24), “…Her topluluk için bir hidayet önderi vardır.”, “Her ümmet içinde kendilerinden onların üzerine bir şahit getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahit olarak getireceğiz.” (Nahl-89)

Resullullah da şöyle buyurmuştur; “Ümmetin içinde, hakimlerin tahrifini, batıl ehlinin bidatlerini ve cahillerin yorumlarını dinden uzatklaştırıp yok etmesi için her zaman bir adil imam var olacaktır.” (Bihar’ul Envar, C:33, S:30, 46. Hadis.)

İmam olmayınca dinin çoğu hükümleri iptal edilir, pratik bir faydası kalmaz. İmamlardan bazısının bazı zamanlardaki gaybeti veya dinin hükümlerini icra edememesi de, diğer insanlar yüzündendir, İmamdan kaynaklanan bir şey değildir. Dolayısıyla bu, Allah’ın lütfu için bir eksiklik sayılmaz. Allah İmam’ı ümmeti bir araya toplasın diye yaratır. Ama İmam, ümmetin kabiliyetsizliği ve kötü istidadı sebebiyle bir şey yapamazsa, bu insanlar için Allah karşısında bir özür ve hüccet olamaz. “Allah onlara zulmetmiyordu; ancak onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Rum-9)

Elbette ki İmam’ın gaybetinde de birçok yararlar ve hikmetler vardır. Bu hayır ve hikmetlere inanan ve salih amelleriyle imamın varlığını tasdik edenlere de kat kat sevap verilecektir. Dolayısıyla imam’ın gaybetini bahane ederek ilahi hudut ve hakları çiğnemek de doğru bir şey değildir.

İmam’ın Sıfatları:

İmam, zamanındaki insanların en faziletlisi ve Allah’a en yakın olanı olmalı, başkalarında dağınıkbir şekilde var olan tüm iyi sıfatlara bir arada sahip bulunmalıdır. Örneğin; Allah’ın Kitabı’nı  ve Resulullah’ın sünnetini çok iyi bilmeli, Allah’ın dininde en derin bilgiye sahip olmalı, Allah yolunda cihat etmeli, Allah katındakine rağbet etmeli, insanların elinde olan şeylere tamah göstermemelidir…

İmam’ın Masumluğu:

İmam, söz ve amelde her türlü sapma, sürçme ve hatadan masum olmalı, dünya’ya meyilli olmayıp heva ve hevesiyle hükmetmemelidir. Peygamberde olduğu gibi, İmam’da da masumluk sıfatı olmalıdır. Peygamberde var olması gereken nübüvvet dışındaki gerekli tüm şartlar İmam’da da var olmalıdır. Nitekim İmam Sadık(as) şöyle buyuruyor: “Eşlerle ilgili hüküm ve nübüvvet dışında Peygamber için gerekli her şart bizim için de gereklidir.” (Bihar’ul Envar, C:26, S:317, 83. Hadis.)

İmam’ı Naslar İle Tanımalı:

İmam için gerekli olan övülmüş ve güzel sıfatları tanımak, sadece Allah’ın vahyi ile mümkün  olabilir. Zira insanların batını bilinemez. Nitekim Allah-u Teala Hz. Ali(as) hakkında şöyle buyurmuştur; “Sizin veliniz, ancak Allah, O’nun Resulü ve Namaz kılıp rüku halindeyken zekat veren müminlerdir.”(Maide-55)

Yine Resulullah’a hitaben şöyle buyurmuştur; “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et…”(Maide-67)

Bu ve diğer ayetlerle Resulullah’a, kendinden snra yerine geçecek  olan şahsı tayin etmesi farz kılındı. Resulullah(sav) da bu emrin gereğini şu sözleriyle yerine getirmişti; “Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. Ey ashabım! Ali b.Ebi Talip, hayatımda ve vefatımdan sonra sizlere benim vasim ve halifemdir. Ali, en büyük sıddık ve hak ile batılı ayıran faruktur. Ali, insanların girdiği Allah’ın kapısıdır, Allah’a varan yol ve Allah’ın delilidir. Onu tanıyan, beni tanımış, onu inkar eden, beni inkar etmiştir. Ona uyan, bana uymuştur. Bu, İbrahim’den bana gelen bir sünnettir.” ( Bihar’ul Envar, C:37, S:38)

Fiili olarak da Resulullah(sav), sürekli Hz.Ali(as)’yi ordusunun başına geçirir ve ashabını onun bayrağı onun bayrağı altında toplardı.Hiç kimseyi onun başına geçirmezdi. O, Amr bin As ve Usame b.Zeyd’in bayrağı altında savaşa giden kimseler gibi değildi. Resulullah’ın ashabı, Ali(as)’nin her zaman Resulullah’ın ordusunda amir olduğunu ve hiçbir zaman kimsenin emri altına girmediğini çok iyi biliyorlardı.

Bundan başka, eğer Peygamber(sav) vasisini tayin etmemiş olsaydı, bu ashabı arasında bölünme ve ihtilafa sebep olurdu. Resulullah(sav)’ın böyle önemli bir işi önceden halletmemiş olması hiç düşünülebilir mi?! Halbuki Resulullah(sav) bundan daha önemsiz şeyleri bile vasiyet etmiş, ümmeti o konularda uyarmıştır.

İmamlar On İki Kişidir:

Resulullah’tan mütevatir olarak nakledilen rivayetlere göre, Allah’ın, Resulullah’tan sonra insanlar üzerindeki hüccetleri Oniki kişidir. Bunlar şunlardır;

1-Müminlerin Emiri, Hz. İmam Ali b.Ebi Talip (as)

2-Hz.İmam Hasan Mücteba (as)

3-Şehitlerin Efendisi, Hz. İmam Hüseyin(as)

4- Hz. İmam Ali b.Hüseyin (as)

5- Hz. İmam Muhammed b.Ali (as)

6- Hz. İmam Cafer b.Muhammed (as)

7- Hz. İmam Musa b.Cafer (as)

8- Hz. İmam Ali b.Musa (as)

9- Hz. İmam Muhammed b.Ali (as)

10- Hz. İmam Ali b.Muhammed (as)

11- Hz. İmam Hasan b.Ali (as)

12-Zamanın sahibi, asrımızda Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve On Birinci İmam’ın oğlu olan Hz. İmam Mehdi  (as)

Peygamberimiz(sav)  şöyle buyuruyor; Ehl-i Beyt’imden olan oniki İmam’a Allah benim Anlayış, İlim ve Hikmetimi vermiştir.  Onları benim tıynetimden yaratmıştır. Benden sonra onlara karşı kibirlenenlere ve onlardaki bağımı kesenlere eyvahlar olsun!  Allah benim şefaatimi onlara nail etmez.” (El-İhtisas, S.204; Bihar’ul Envar, C:36, S:243, 52. Hadis)

Yine şöyle buyurmuştur; “Benden sonra İmamlar Oniki kişidir. Ey Ali! İlkleri sen, sonları ise Kaim (Mehdi)’dir. Allah onun eliyle yeryüzünün doğu ve batısını fethedecektir.” (Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, C.1, S.53)

Bu hadislerin benzerleri Ehl-i Sünnet kitaplarında da yer almıştır.

Ayrıca, İmamlardan her birisi de, kendinden sonraki İmam’ın İmamet, Masumluk, ve Hilafet makamını beyan etmiş, ashabına onun isim ve özelliklerini bildirmiştir.

Müslümanlar, farklı mezhep ve fırkalardan olmalarına rağmen Ehl-i Beyt’in temizlik ve doğruluğunu kabul etmişlerdir. Ehl-i Beyt İmamları ile ilgili herhangi bir ihtilafın söz konusu olmaması, onların fazileti birer ilahi hüccet olduklarını ispatlayan en açık delillerden biridir. Ayrıca, onların sözlerini ve hayatlarını incelemek de, onların Allah tarafından tayin edilen İmamlar olduklarında hiçbir şüpheye yer bırakmamaktadır.

Şeyh Saduk Ebu Cafer Muhammed b. Ali b.Babeveyh (ra) şöyle diyor;

“Ehl-i Beyt İmamlarının İmametlerinin en açık delili şudur: Allah-u Teala, Peygamberimizin(sav) doğruluğuna, geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatmasını, Tevrat, İncil ve Zebur’un ilmini gerirmesini bir belirti kılmıştır. Halbuki Efendimiz (sav) zahiren yazma bilmiyordu,  Yahudiler ve Hristiyanlarla da karşılaşmış değildi. Bu, onun doğruluğunun en büyük alametlerinden biriydi. İmam Hüseyin(as)’da öldürülünce, yerine henüz genç yaşta olan oğlu Ali b.Hüseyin(as)’i tayin etti. O zaman Hz.Ali b.Hüseyin(as) henüz yirmi yaşını doldurmamıştı.Hz.Ali b.Hüseyin(as), babasının şehadetinden sonra halktan uzaklaşarak uzlete çekildi. Kendini ibadete verdi ve özel ashabı dışında hiç kimseyle görüşmedi. Zamanın şartlarının oldukça ağır oluşu ve Ümeyye Oğullarının zulmünün oldukça şiddetli olması yüzünden ondan pek az İlim yayıldı. Hz.Ali b.Hüseyin’den sonra yerine, İlmi yarıp açtığı için “Bakır” olarak adlandırılan oğlu Muhammed b.Ali (as) geçti. O, din, kitap, sünnet, siyer ve savaş ilimlerinden çok şeyler ortaya koydu. Onun ardından da oğlu İmam Sadık(as) daha çok ve açık ilimler sergiledi. Öyle ki ele almadığı ve hakkında konuşmadığı ilim kalmadı. Kur’an ve sünneti tefsir etti. Enbiya’nın kıssalarını ve geçmiş ümmetlerin haberlerini anlattı. Halbuki ne kendisi, ne babası ve nede dedesi hiçbir alim ve fakihten ders almamışlardı.

Bu, onların ilimlerini peygamber(sav)’den, daha sonra Hz. Ali(as)’den ve sonra da birbirlerinden aldıklarının en büyük delilidir.

Bütün İmamlar, İlim hususunda böyle idiler. Hela ve Haram ile ilgili sorular sorulunca, hepsi aynı cevabı veriyorlardı. Halbuki bunu hiçbir üstat ve alimden öğrenmemişlerdi. Onların imametini bundan daha açık bir şekilde ispat eden bir delil olabilir mi?!

Peygamber(sav), onları tayin etmiş, onlara İlim öğretmiş,  kendi ve geçmiş peygamberlerin ilimlerini onlara miras bırakmıştır. İnsanlar arasında kim, hiçbir üstat’tan İlim öğrenmeden, Hz. Muhammed b.Ali ve Hz. Cafer b.Muhammed(as)’ın ortaya koyduğu ilimleri ortaya koyabilir.” (İkmal’ud-Din, S.91)

Peygamber(sav)’den Ehl-i Beyt’in fazilet ve menkıbeleri hakkında nakledilen hadisler sayısızdır. Onları gizlemek olanaksızdır. Özellikle de Hz.Ali(as) hakkında rivayet edilen hadisler oldukça fazladır. İbn-i Abbas, Resulullah(sav)’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder; “Ağaçlar kalem, denizler mürekkep, cinler muhasebeci ve insanlar da katib olsalar, Müminlerin Emiri Ali(as)’ın faziletlerini sayamazlar.” (Menakıb-ı Harezmi, S.2 ve 235)

Bir ilim ehlinden Ali b.Ebi Talip’in fazileti hakkında sorulunca, şöyle cevap vermiştir; “Düşmanlarının, kin ve hasetten, dostlarının ise korkudan, faziletlerini sakladıkları halde, ciltler dolusu fazileti yayılan bir kimse hakkında ne diyebilirim ki?!” (Gayet’ul-Meram, S.497, Şafii’nin Sözüdür.)

İmamların Genel Sıfatları:

İmamlar(as), Allah’ın kendilerine itaat edilmesini emrettiği emir sahipleridirler. Onlar İnsanlar üzerindeki şahetler, Allah’a giden yolun kapıları, Allah’a varan doğru yol ve Allah’ın delilleridirler. İmamlar, Allah’ın ilminin hazineleri, tevhidinin rükünleridirler. Hata ve sürçmelerden masumdurlar. Allah onlardan her türlü pisliği gidermiş ve onları tertemiz kılmıştır.(Ahzab-33) Birçok kerametler göstermişler ve yıldızlar göktekilerin güvencesi olduğu gibi, onlar da yeryüzündekilerin güvencesidirler. İmamlar, ümmet içinde Nuh’un gemisi konumundadırlar. Ki o gemiye binenler kurtuldu, geri kalanlar ise helak olup gitti. İmamlar, Allah’ın yüce kıldığı kullarıdır. Onlar, Allah’ın her konudaki hükmünü bilirler. Onları sevmek İman, onlara buğz etmek ise küfürdür. Onların emirleri Allah’ın emirleri, nehiyleri de Allah’ın nehiyleridir. Onlara itaat Allah’a itaat, onlara muhalefet de Allah’a muhalefet etmektir. Dostları, Allah’ın dostları, düşmanları ise Allah’ın düşmanlarıdır. Yeryüzü, hiçbir zaman Allah’ın ya açıkta ya da gizlide olan bir hüccetinden boş kalmaz. Aksi takdirde yeryüzü ehlini yutar.

Hz. Mehdi(as)’ın Sıfatları:

Zamanın İmamını tanımadan ölen, Cahiliye ölümü üzere ölür. Zamanımızın İmamamı da Hz. Mehdi(as)’dır. Resulullah(sav) Allah’dan aldığı bilgilerle onun ismini, sıfatlarını ve nesebini bildirmiştir. Aynı şekilde, Ehl-i Beyt İmamları da onun haberini vermişlerdir. Hz.Mehdi(as), yeryüzünü zulümle dolduktan sonra adaletle dolduracaktır. Müşrikler istemese de Allah, dinini onunla bütün dinlere üstün kılacaktır. Allah onunla yeryüzünün doğusunu ve batısını fethedecektir. Yeryüzünde her yerde tevhid kelimesi yankılanacak ve din yalnız Allah’ın olacaktır. Resulullah(sav)’ın  bildirdiği üzere, Hz. Mehdi(as) zuhur edince, İsa b.Meryem’de nazil olacak ve onun arkasında namaz kılacaktır.

Hz.İmam Ali(as) ve Hz.İmam Hüseyin(as) dışında diğer imamlar zehirlenerek şehit olmuşlardır. Bu iki İmam ise, kılıçla şehit edilmiştir.

Onlardan birinin imametini inkar eden, tüm  Peygamberlerin nübüvvetini inkan eden kimse gibidir. İmam Sadık(as) şöyle buyuruyor; “Sonuncumuzu inkar eden, ilkimizi inkar eden kimse gibidir.”

Resulullah(sav) ise şöyle buyurmaktadır; “Benden sonra Ali’nin İmametini inkar eden, benim nübüvvetimi inkar eden kimse gibidir. Benim nübüvvetimi inkar eden ise, Allah’ın rububiyetini inkar etmiştir.” (İ’tikadat, 38.Bab.)

İmamlar hakkında İfrat edenler de, Tefrit edenler gibidir; hatta onlardan daha kötüdür.

Allah’ın Dostlarını Sevmek ve Düşmanlarına Buğzetmek:

Allah’ın dostlarını sevmek, düşmanlarına da buğzetmek farzdır. Bu nedenle insan, Allah’ın düşmanlarından, özellikle de Ehl-i Beyt’e zulmeden, miraslarını gasp eden, Resulullah(sav)’in sünnetini değiştiren, imamlarına ettikleri biatlerini bozan, Hz.Ali(as) ile savaşan, Şiileri katleden, fazilet ehli müminleri sürgün eden, lanetlenmiş insanlara güvence veren, malı zenginler arasında döndürüp dolaştıran, sefihleri iş  başına getiren,  Ensar ve Muhacirleri, fazilet ve salah ehlini öldüren kimselerden ve bunları sevenlerden beri olduğunu ilan etmelidir. Zira, “Onların dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel bir iş yapmakta sanıyorlar. İşte onlar, (Hz.Ali(as)’ın Velayyet ve İmametini inkar etmekle) Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp ettikleri boşa çıkmıştır.” (Kehf-104-105)

Aynı şekilde, Hz.Ali’nin gerçek dostları olan, Resulullah’ın yolundan ayrılmayan ve sünnetini değiştirmeyen Selman-i Farisi, Ebu Zerr’il Gifari, Mikdad b.Esved, Ammar b.Yasir, Huzeyfe b.Yeman, Ebu Heysem b.Teyhan, Sehl b.Huneyf, Ubade b.Samit, Ebu Eyyub el-Ensari, Huzeyme b.Sabit, Ebu Said el-Hudri ve diğerleri gibi Ehl-i Beyt İmamlarına uyanları, onların hidayetiyle hidayet bulanları ve onların yolunda yürüyenleri de sevmek gerekir.

İMAMET HAKKINDAKİ İNANCIMIZ

İmametin, usul-i dinden olup imanın, ona inanmakla kemale ereceğine inanıyoruz. İmamette, insanın atalarını, çevresindeki kişileri, onları yetiştirdikleri sayılan adamları, bunlar ulu sayılsalar, dereceleri, rütbeleri yüksek olsa bile, taklid etmesi caiz değildir. Tevhid ve nübüvvette nasıl zati araştırıp bulmak ve yakıyne ermek gerekse imamette de gerektir.

Nübüvvetin, Allah(cc)’dan bir lutuf olduğuna inandığımız gibi, her asırda da, Peygamber’in vazifeleriyle vazifelenmiş, insanların her iki alemde de salah ve saadetlerini tekeffül etmiş, hidayet ve irşadlarını uhdesine almış bir imamın bulunması icab ettiğine inanırız. Bu imam, insanların din ve dünya işlerini tedbir etmek, aralarında zulmü, düşmanlığı gidermek, adaleti yaymak hususunda Peygamber’in umumi vilayetin haizdir ve bu bakımdan İmamet, nübüvvetin devamıdır. Peygamberleri göndermek, nasıl bir lutuf ise, Peygamber’den sonra, onun yerine imamı nasbetmek de lutufdur ve vücub-ı zati ile Allah(cc)’a vacibdir; bu bakımdan imamet, ancak Allah(cc)’dan nass ile, yahud o imamdan önceki imamın, onun imametini beyaniyle tahakkuk eder; insanların seçmesiyle, istemesiyle olmaz; insanlar dilediklerini imam olarak tayin, yahud dilediklerini azl hakkına da sahip değillerdir. Aynı zamanda insanlar, imamsız da kalamazlar; çünkü Resulullah(sav) “Kim zamanının İmamını bilmeden, tanımadan ölürse, cahiliyyet ölümü üzere ölmüştür.” buyurmuşlardır.

Aynı zamanda asırlardan bir asrın, halkın kendisine itaatı farz edilmiş bir imamsız geçmesi de mümkün değildir. İnsanlar, onu kabul etseler de, etmeseler de, ona yardımda bulunsalar da, bulunmasalar da, ona muti olsalar da, olmasalar da, her asırda, her zaman, Allah tarafaından lutfedilmiş bir imam mevcuttur. İmamın, halk tarafından tanınıp bilinmesi, yahud bilinmemesi, Hz.Muhammed(sav)’in mağarada, Ebu-Talib şı’bında gizlenmeleri halktan gizlenmesi aynıdır; nitekim aklen, bu gizleniş zamanın uzun, yahud kısa olması arasında da bir fark yokdur. Allah-u Teala, “Her topluma bir hidayet veren vardır.” (Rad-7) ve “Hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir korkutucu çıkmasın.”(Fatır-24)

İMAM’IN SIFATLARI VE BİLGİSİ

İmamın, peygamber gibi yiğitlik, kerem, temizlik, gerçeklik, adalet, tedbir, hikmet ve bütün üstünlükte ve iyi huylar bakımından halkın en seçkini olması gerektir ve buna inanıyoruz; peygamberde bu sıfatların bulunmasına ait delil, aynen imamda da tatbik edilir.

İmamın, ilahi hükümlere, ilahi maarife, bütün bilgilere sahip olması, peygamber, yahud kendisinden önceki imam vasıtasıyladır. Yepyeni bir şey hakkında da imam, Allah(cc)’ın ona ihsan ettiği kudsi kuvvetle, ilham yoluyla gereği gibi hükmeder, o şeyi, künhüyle anlar, bilir. Bir şeye yönelirse, onu bilmek dilerse, o şey hakkında, ancak gerçeği bilir; yanılmaz, şüpheye düşmez; bu hususta akli delillere, yahud belletenlerin belletmesine ihtiyacı yoktur; bilgisi, iktıza edince daha da derinleşir, daha da ziyadeleşir ve bu yüzdendir ki Resul-i Ekrem’e(sav) “Rabbim, bilgimi ziyade et.”(Taha-114) demesi emir buyurulmuştur.

İnsan, hayatında bazı şeyleri, bazı anlarda hads yoluyla kavrar; bu da ilhamın ber nev’idir. İnsandaki bu kudret, bazı kere çoğalır, bazı kere ise azalır ve bunda, önceden çalışıp uğraşmasına, yahud öğretmenlerin belletmesine lüzum yoktur. İşte bu kabiliyet, Allah tarafından imama, en üstün bir tarzda ihsan edilmiştir! İmam, herhangi bir şeyi bilmek dilerse, o işin bütün gerçeği, tozdan-pasdan arınmış, yapımı güzel ibr aynaya, karşısındaki şeyler, nasıl akseder, olduğu gibi görünürse, imamın gönlüne de böyle aks eder, görünür.

Bu, Hz.Muhammed(sav) ve imamların hayatlarında, her an görülmektedir. Hiç biri, bir muallime gitmimiş, bir mürebbiden bir şey öğrenmemiştir; hatta okumayı, yazmayı bile talim yoluyla elde ettiklerine dair bir rivayet mevcut değildir. Hiç biri, bir hocadan ders görmemiş, hiç biri bir mektebe, bir medreseye gitmimiştir. Böyle olduğu halde, kendilerine bir şey sorulunca, ona derhal ve en doğru cevabı vermedeler, dillerine, bilmiyorum sözü gelmediği gibi cevap vermek için düşünmeleri, yahud cevabı bir müddet sonraya te’hirleri de vaki değildir. Diğer bilginlere, bilgide ileri gidenlere bakınca görüyoruz ki, bilgi elde etmek için bir, yahud bir çok üstada baş vuruyorlar, onların tedris meclislerine devam ediyorlar, sonunda, onların birinden, yahud bir kaçından, rivayet için icazet alıyorlar; böyle olduğu halde gene de bir çok meselede, bildiklerinin çoğunda şüpheleri var ve bunu kendileri de itiraf ediyorlar.

İMAMLARA İTAAT

İmamların, (aleyhimüsselam), Allah-u Teala’nın bize, emirlerine itaat etmeyi emir buyurduğu, “Ululemr, emretmek salahiyetine sahip olanlar.”(Nisa-59) olduklarına, “İnsanlara tanıklık edeceklerine.”(Bakara-143), Allah’ın kapıları, O’na varan yollar ve O’nun delilleri bulunduklarına inanıyoruz. Bu yüzden de onlar, Allah’ın bilgi hazineleri, vahyinin tercümanları, tevhidinin direkleri, marifetin hazinedarlarıdır ve yıldızlar, nasıl gök ehline amansa, onlar da yer ehline amandır. Onlar, bu ümmetin içinde, Nuh peygamberin(as) gemisine benzerler; binen kurtulur, binmeyen helak olur-gider ve onlar, Kur’an-ı Kerim’de buyurulduğu gibi, “Kadirleri yüceltilmiş kullardır ki Allah’ın buyruğuna muhalefette bulunmazlar ve O’nun emrini tutarlar.”(Enbiya-27)

Ve “Onlar Allah-u Teala’nın her çeşit kötülükten suçtan arıttığı, tertemiz ettiği kişilerdir.”(Ahzab-33)

Onların buyrukları, Allah-u Teala’nın buyruklarıdır; nehiyleri O’nun nehyidir; onlara itaat, Allah(cc)’a itaattir; onlara isyan, Allah(cc)’a isyandır. Onları seven, Allah(cc)’ı sever; onalara düşman olan, Allah(cc)’a da düşman olur. Onların emirlerini reddetmek caiz değildir; reddeden, Resulullah(sav)’ın emrini reddetmiş sayılır. Onların emirlerine inkıyad ve itaat, sözlerini kabul gerektir ve gene bundan dolayıdır ki şeri hükümleri, ancak onlardan alabilecegimize, başkalarından almamızın sahih olmayacağına inanırız; farz olan teklifleri, ancak onların yoluyla ahzedebiliriz; çünkü arzettiğimiz gibi, Resulullah(sav)’ın sahih hadisinin hükmünce onlar, Nuh Peygamberin(as) gemisine benzerler; o gemiye giren kişi kurtulmuştur; girmeyense bu dalgalanıp duran, çoşup köpüren denizin şüphe ve sapıklık dalgalarına kapılır, boğulup gider.

Dünyevi ve dini işlerimizde, Resulullah(sav)’ın Ehl-i Beyt’ine(as) müracaat etmemizin gerekli olduğuna en kesin delilimiz, Resulullah(sav)’ın,

“Ben, gerçekten de sizin içinizde iki paha biçilmiz şey bırakıyorum, birisi, öbüründen daha da büyük: Allah’ın kitabı, gökten yere uzatılmış ip ve benim Ehl-i Beyt’im. İkisine yapışırsanız, benden sonra ebedi olarak dalalete (sapıklığa) düşmezsiniz.” Buyurmuş olmalarıdır. (Bu hadis başka bölümde ayrıntılı olarak incelenmiştir.) Bu hadis-i şerif, Ehl-i Sünnet ve Alevi yollarından rivayet edilen ve iki fırka tarafından da kabul edilen hadis-i şeriftir. Aynı hadıs, “Bu ikisi, Havz kıyısında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmaz.” Hükmünü de ihtiva etmektedir. Bundan, açıkça anlaşılmaktadır ki Kur’an-ı Kerim ile Ehl-i Beyt’i ayıran, hidayete erişmez; Ehl-i Beyt “Kurtuluş gemisi”dir ve Ehl-i Beyt’ten ayrılan, helakdan kurtulamaz.

İmametin, İlahi hikmet gereği Peygamberlerden sonra onların davetlerini yaymayı, getirdikleri dini tahrif ve yanlış yorumlara uğramaktan korumayı ve doğru bir biçimde hayata geçirilmesini sağlamayı amaçlayan ilahi bir makam olduğuna ve ilahi lütfun gereği olarak “İmam”ın kesin ve açık bir nass ile belirlenmesi gerektiğine inanıyoruz. “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçme yetkisi yoktur.” (Kasas-68) Ayrıca Müminlerin gönül rahatlığıyla kendisinin bütün eylem ve söylemlerine uyabilmeleri için İmamın da Peygamberler gibi hata, unutkanlık ve günahtan korunmuuş olması gerektiğine inanıyoruz.İmamlar bize göre on ikidir. Peygamber(sav) bunları belirlemiş olmakla beraber her imam da kendinden sonraki imamı bildirmiştir.

Bizim inancımıza göre Yüce Allah’ın belirlediği ve Resulü’nün de mütevatir hadisler uyarınca bildirdiği İmam, Müminlerin Emiri, Allah’ın kulu, Peygamber’in Kardeşi ve Peygamber’in dışında bütün insanların Efendisi Ebu Talib Oğlu Ali (as)’dır. Ondan sonra da cennet gençlerinin efendileri olan iki oğlu Hasan ve Hüseyin(as)’dir. O ikisinden sonra da Hüseyin’in soyundan gelen şu dokuz kişidir: İmam Zeynel Abidin(as), İmam Muhammed Bagır(as), İmam Cafer-i Sadık(as), İmam Musa Kazım(as), İmam Ali Rıza(as), İmam Muhammed Taki(as), İmam Ali Naki(as), İmam Hasan Askeri(as), zamanımızın imamı, asrımızın hücceti Hz.Mehdi. Allah onun zuhuruyla müminlerin gözlerini aydınlatsın. O gelirken yeryüzü zulüme dolmuş olduğu gibi adaletle dolacaktır.

İMAM ALİ RIZA(A.S.)’IN MASUM İMAMIN SIFATI, İMAMETİ, FAZİLETİ VE RÜTBESİ HAKKINDAKİ SÖZLERİ

Halk cahil kalıp hileyle dinlerinden sapmış. Allah Tebarek  ve Teala dinini peygamberi için tamamlamadıkça ve içinde her şeyin beyanı olan Kur’an’ı ona indirip helal, haram, hudut, ahkam ve ihtiyaç duyulan her şeyi tamamıyla açıklamadıkça peygamberinin ruhunu almadı. Allah (c.c) şöyle buyurmuştur: “Biz, kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (Enam/38) Allah Teala, Resulullah (s.a.a)’ın ömrünün sonunda vaki olan Veda Haccında şu ayeti nazil etti: “Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım, size din olarak İslam’ı seçip beğendim.” (Maide/3)

İmamet meselesi, dini tamamlayan ve onu kemale erdiren bir meseledir. Hz.Resulullah(s.a.a) vefatından önce, dinin nişanelerini ümmetine açıklamış, onun yollarını onlara izah etmiş, onları doğru yola iletmiş, Hz.Ali(a.s)’ı onlara bir imam ve kılavuz tayin etmiş ve halkın ihtiyaç duyduğu her şeyi açıklamıştır. Kim Allah’ın kendi dinini kamil etmediğini düşünürse gerçekte Allah’ın kitabını reddetmiştir; Allah’ın kitabını reddeden de kafirdir. Acaba halk imametin kadrini ve ümmet arasındaki konumunu biliyor mu ki, onların bu konudaki seçimleri de doğru olabilsin?

İmametin, kadri ve değeri halkın kendi akıllarıyla ulaşabileceğinden veya kendi görüşleriyle anlayabileceğinden ya da kendi seçimleriyle bir imamı seçebileceğinden daha büyük; şanı daha ulu, makamı daha yüce, alanı daha engin, dibi daha derindir. İmamet öyle bir makamdır ki, Allah Teala İbrahim(a.s)’ı nübüvvet ve halillik (Allah’ın dostu olma) makamından sonra üçüncü bir makam ve fazilet olarak onunla şereflendirip bu makamla onun adını yüceltmiştir. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Ey İbrahim! Ben seni insanlara imam kılacağım.” (Bakara/124) İbrahim(a.s) sevinçle “Benim zürriyetimden de mi?” Dediğinde Allah Teala “Benim ahdim zalimlere ulaşmaz” buyurdu. Bu ayet kıyamete kadar her zalimin imametini iptal etmektedir. Böylece imamet, ümmetin seçkinlerine mahsus kılınmış oldu. Sonra Allah(c.c) imameti Hz.İbrahim’in soyundaki seçkin ve temiz insanlara vererek ona ikramda bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: “Ve ona (İbrahim’e) İshak’ı armağan ettik, üstüne de Yakup’u ve hepsini de salih kişiler kıldık ve onları kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayırlı işleri; namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik ve onlar, bize ibadet eden kişilerdi.” (Enbiya/72-73)

İşte imamet böylece sürekli olarak onun neslinde baki idi; Hz.Peygamber(s.a.a) onu miras alıncaya kadar daima asırdan asıra, nesilden nesile imameti birbirinden miras alıyorlardı. Allah Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “İbrahim’e gerçekten de yakın olanlar, ona uyanlarla bu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah inananların dostu ve yardımcısıdır.” (Al-i İmran/68)

Böylece imamet, Hz.Peygambere mahsus kılınmıştı. Hazret de onu Allah’ın emriyle –Allah’ın farz kıldığı şekilde- Hz.Ali(a.s)’ın uhdesine bıraktı; daha sonra bu makam onun, Allah’ın kendilerine ilim ve iman verdiği seçkin nesline intikal etti. Allah(c.c) onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Kendilerine ilim ve iman verilenlerse (kıyamet günü dünyada ve berzahta bir saatten fazla beklemediklerine dair yemin eden suçlulara cevap olarak) derler ki: Andolsun ki siz, Allah’ın kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar (kabirde) yatıp kaldınız; işte bu dirilme günüdür.” (Rum/56) Öyleyse bu (imamet), kıyamet gününe dek sadece Ali(a.s)’ın soyunda baki kalacaktır. Çünkü Hz.Muhammed (s.a.a.)’den sonra hiçbir peygamber yoktur. O halde bu cahil insanlar imamı (kendi reyleriyle) nasıl seçebilirler.

İmamet, peygamberlerin makamı ve vasilerin mirasıdır. İmamet, Allah’ın ve Peygamber(s.a.a)’in hilafetidir; Emirülmüminin Ali(a.s)’ın makamı ve Hasan ile Hüseyin(a.s)’ın mirasıdır. İmamet dinin yuları, Müslümanların nizamı, dünyanın salahı ve müminlerin izzetidir.

İmamet, İslam’ın gelişen kökü ve yükselen dalıdır. İmamla namaz, zekat, oruç, hac ve cihad kamil olur; ganimet ve sadakalar çoğalır; had ve hükümler uygulanır; hudut ve sınırlar korunur. İmam Allah’ın helalini helal, haramını da haram kılar; şer’i hadleri (cezaları) icra eder, Allah’ın dinini savunur; hikmet, güzel öğüt ve kesin delillerle halkı Rablerinin yoluna davet eder. İmam alemlere ufukta yer edinerek doğan bir güneş gibidir; öyle bir güneş ki, ne eller ona erişebilir, ne de gözler. İmam aydınlık saçan bir hilal, parlak kandil, doğan nurdur. Karanlıkların ortasında, ıssız çölde ve engin denizlerde hidayet yıldızıdır. Susuzlar için tatlı bir su gibidir; doğru yola kılavuzluk eden ve tehlikeden kurtarandır. İmam, tepedeki ateş gibidir; soğuktan kaçıp ona sığınanı ısıtır, tehlikeli yerlerde kılavuzdur; kim ondan ayrılırsa helak olur.

İmam çok yağmurlu bulut, sağanak yağmur, ışık saçan güneş, geniş yer, bol suyu olan pınar, su biriken büyük çukur (havuz) ve bahçe (gibi)’ dir.

İmam dost olan bir emin, şefkatli bir baba, ikin kardeş ve zorluklarda kulların sığınağıdır.

İmam, Allah’ın yeryüzündeki emini (güvenilir kulu), kullarına hücceti, beldelerindeki halifesi, halkı Allah’a davet eden ve hürmetleri (korunması gerekli olan şeyleri) savunandır.

İmam, günahlardan arındırılmış ve ayıplardan tertemiz kılınmıştır; ilim ona mahsustur, sabırlı ve halimdir; dinin düzeni, Müslümanları izzeti, münafıkların öfkesi ve kafirlerin yok olmasına sebep olandır.

İmam kendi zamanının eşsiz insanıdır, hiçbir kimse ona (derece ve fazilette) ulaşamaz, hiçbir alim onun dengi olamaz; onun bedeli, misli ve eşi bulunmaz. Bağışlayan Allah’ın fazlı ile hiçbir talep ve gayrette bulunmaksızın bütün faziletlerle özelleştirilmiştir (tüm üstünlükler ona verilmiştir). Öyleyse kim imamı tanıyabilir ve onu seçebilir?

Heyhat!, heyhat! Onun makamından bir makamı, faziletlerinden bir fazileti tarif etmekte akıllar sapmış, zihinler şaşkınlığa düşmüş, beyinler hayran kalmış, gözler yorulmuş, büyükler eziklik hissetmiş, hekimler hayrete düşmüş, akil insanlar küçülmüş, hatipler dilsiz kalmış, bilginler cahil duruma düşmüş, şairler usanmış, edipler acze düşmüş, fasihler yorulup güçsüzleşmiş, hepsi aczini ve güçsüzlüğünü itiraf etmiştir. O halde onu bütünüyle anlatmak, künhünü vasfetmek, onun işlerinden bir şey anlamak ve onun yerine geçerek yerini doldurabilecek birini bulmak nasıl mümkün olabilir?! Hayır, bu mümkün müdür? Oysa imam yıldızlar gibi, kendisine ulaşmak isteyenlerin elinden ve vasfedenlerin vasfından uzaktır öyleyse halkın seçimi nerede, bu makam nerede; akıllar nerede ve bu makamı idrak etmek nerede? Böyle bir şahsiyetin Resulullah(s.a.a)’ın hanedanının dışında bulunacağını mı zannediyorlar? Andolsun Allah’a ki, nefisleri onlara yalan söylemiş; batıl söz ve düşünceler onları arzulara düşürmüştür. Sonuç olarak, zor ve kaygan olan yüksek bir yere ayak koymuşlardır. Ayakları oradan kayarak aşağı düşeceklerdir. Zayıf, düşük ve noksan akılları ve sapık görüşlerle imam tayin etmeye kalkışmışlardır. Hedeften uzaklaşmanın dışında bir sonuç elde edemeyeceklerdir. Allah öldürsün onları! Onlar nereye dönüp gidiyorlar? Çok zor bir işe girişmişler; gerçeğe aykırı söz söylemişler, derin bir sapıklığa düşmüşler ve şaşkınlık içinde kalmışlardır. Çünkü onlar bilerek imamı terk ettiler; kendi yapmakta olduklarını şeytan onlara süsleyip çekici kıldı. Böylece onları doğru yoldan alıkoydu. Onlar gören, basiret sahibi insanlardan da değillerdi.

Allah ve Resulünün seçiminden yüz çevirip kendi seçimlerini tercih ettiler. Oysa ki Kur’an, yüksek bir sesle onlara şöyle hitap etmektedir: “Ve rabbin dilediğini yaratır ve seçer; seçmek onlara ait bir hak değildir. Allah onların şirk koştukları şeylerden münezzeh ve yücedir.” (Kasas/68) Yine şöyle buyuruyor: “Ne oldu size ki? Nasıl hükmediyorsunuz? Yoksa size mahsus bir kitap var da ondan mı okuyorsunuz? Onda; neyi beğenir, isterseniz sizindir, diye mi yazılı? Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete dek sürecek bir yemin mi var ki, siz ne hüküm verirseniz mutlaka o sizin için olacak diye? Onlara sor, onlardan hangisi bunun savunuculuğunu yapacak? Yoksa ortakları mı var? Doğru söylüyorlarsa ortaklarını da getirsinler.” (Kalem/36-41) Yine Allah Teala şöyle buyuruyor: “Ne diye Kur’an’ı iyice düşünüp taşınmazlar? Yoksa kalplerinde kilitler mi var?” (Muhammed/24) “Yoksa Allah kalplerini mühürlemiş de artık anlayamıyorlar mı?” Yoksa “duyduk dedikleri halde duymuyorlar mı? Şüphesiz ki yerde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıl erdirmez olan sağır ve dilsiz mahluklardır. Allah, onlarda bir hayır olduğunu bilseydi elbette onlara duyururdu. Fakat duyursaydı da, gene onlar arkalarını dönerek yüz çevirirlerdi.” (Enfal/21-23) “Ve derler; duyarız da karşı çıkarız!” (Bakara/93) Hayır o “…Allah’ın lütfudur, ihsanıdır, dilediğine verir onu ve Allah, pek büyük bir lütuf ve ihsan sahibidir.” (Hadid/21)

Peki, imamı nasıl seçebilirler? Oysa imam, cehaletten uzak bir alim, korkmayan bir yönetici; kutsallık, temizlik, ibadet, ilim ve kulluk madenidir. Peygamber(s.a.a)’in “Allah’ım, onu seveni sev” veya “Allah’ım onlardan pislikleri gider” vb Duası sadece ona mahsustur. O, Betül’ün (Hz.Fatıma’nın) tertemiz neslindendir. Onun soy şeceresinde hiçbir kusur yoktur. O Kureyş soyundan, Haşim boyundan ve Resulullah(s.a.a)’in Ehl-i Beyt’indendir. O, Allah tarafından razı olunmuş ve beğenilendir. Şereflilerin en şereflisidir, Abdumenaf neslindendir. Coşkun ilme ve kamil hilme sahiptir. İmamet işi için güçlü, siyaset bilen, itaati farz olan, Allah’ın emrini ayakta tutan, Allah’ın kullarının hayrını isteyen ve Allah’ın dinini koruyan bir kimsedir. Allah(c.c), peygamberleri ve imamları (Allah’ın salatı onlara olsun) delillerinde başarıya ulaştırır (ilham eder); başkalarına vermediği gizli ilim ve hikmetlerinden onlara verir, böylece ilimleri zamanlarındaki ilim ehlinin ilminden daha üstün olur. Allah(c.c) şöyle buyuruyor: “Halkı gerçeğe sevk eden mi uyulmaya daha layıktır, doğru yola sevk edilmedikçe o yolu bulamayan mı? Nasıl hükmediyorsunuz?” (Yunus/35) Yine buyuruyor: “…Ve kime hikmet ihsan edilmişse şüphe yok ki o, çok hayra nail olmuş demektir.” (Bakara/269) Talut kıssasında da şöyle buyuruyor: “…Şüphe yok ki Allah size onu seçti; onun bilgi ve vücut gücünü artırdı. Allah mülkünü istediğine verir. Allah’ın rahmeti boldur, her şeyi bilendir.” (Bakara/247) Resulüne de şöyle buyurmuştur: “… Allah’ın sana lütfu ve ihsanı pek büyüktür.” (Nisa/113) Aynı zamanda Peygamber(s.a.a)’in Ehl-i Beyti, itreti ve soyundan olan imamlar(a.s) hakkında da şöyle buyurmuştur: “Yoksa Allah’ın, lütfedip insanlara ihsan ettiği şeylere haset mi ediyorlar? Gerçekten de biz, İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük bir saltanat  ihsan ettik. Böylece kimi ona inandı, kimi de ona sırt çevirdi. Çılgın ateş olarak cehennem yeter!” (Nisa/54-55)

Allah(c.c) bir kulu, kullarının işlerini yönetmek için seçtiğinde bu iş için onun göğsünü genişletir ve kalbine hikmet çeşmeleri yerleştirir ve ona ilmi ilham eder. Artık ondan sonra hiçbir sorunun cevabında aciz kalmaz ve doğru olandan uzaklaşmaz. O, masum teyit edilmiş, muvaffak ve doğrudur; hata, sürçme ve kaymalardan emniyettedir. Allah(c.c) onu kullarına hüccet ve yaratıklarına şahit olması için böyle yaptı. İşte bu, Allah’ın lütuf ve ihsanıdır. Onu istediğine verir. Allah pek büyük lütuf ve ihsan sahibidir. Acaba onlar böyle birini bulmaya kadirler mi ki, gelip onu da seçebilsinler? Ve seçtikleri kimsenin de bu özelliklere sahip olması mümkün mü ki, onu başkalarından öne geçirebilsinler? Beytullah’a andolsun ki, hakkı aşmışlardır. Allah’ın kitabını arkalarına almışlardır; sanki hiçbir şey bilmiyorlar. Halbuki Allah’ın kitabında şifa ve hidayet vardır. Onu bir kenara bırakıp kendi heva ve heveslerine uymuşlardır. Bu yüzden Allah(c.c) onları yenmiş, onlara gazap etmiş, helak etmiş ve buyurmuştur ki: “Allah’tan hidayet olmadan, kendi heva ve hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Allah zalimleri hidayet etmez.” Yine buyurmuştur ki: “Yüzüstü düşesiceler! Allah onların amellerini giderip boşa çıkarmıştır.” (Muhammes/8) Yine buyurmuştur ki: “…Allah katında da bir nefrete ve buğza uğrarlar, inananlar katında da; işte Allah, her kibirli ve cebbar kişinin gönlünü böyle mühürler.” (Mümin/35)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.