AleviSesi

Alevilik, Hz. Ali (a.s)'ın yolundan gitmektir.

Köşe Yazıları

“Tefeci, Hırsız Rejim”

Türkiye’yi, Mekke işgalcisi Suud Rejimi’ne yamamaya çalışanlar, akademik ünvanların arkasına sığınıp, Türk kamuoyunu ‘Vahabi’ zihniyetine teslim etmek isteyenleri  Proflar, bilimin namusuna inanmış akademisyenler, aydınlar; ABD’nin bölgede ve Türkiye’de alttan alta çevirmek istediği dümenleri bir türlü göremeyen/görmezden gelip kulağının üzerine yatan medya çevreleri, kalem sahipleri, ekran yorumcuları bu haberi iyi okumalı, analiz etmeli, şapkasını bir kez daha önüne koyup düşünmeli…

Haber TIMETURK’deydi…

Suudi Arabistan El İmam Üniversitesi öğretim üyelerinden İslam Fıkıhı Profesörü Dr. Halid el-Macid aşağıda çevirisi yapılan bu makalesinden dolayı zindana atıldı.

Türkçe’ye çevrilen makaleyi aynen yayınlıyorum…

Prof. Halid el- Macid: ” Suudiler ,”Halk rejimin düşmesini istiyor” derse ne olur?

Burada sorulması gereken güzel bir soru var: Bizim durumumuz Tunus’takilerin ve Mısır’dakilerin durumundan daha mı iyi? Suudi yetkililerin Mısır’da iktidarın barışçıl yolla intikalini ve Mısır halkının emellerini ve beklentilerini yerine getirecek ulusal bir hükümetin kurulmasını memnuniyetle karşılayan açıklamalarını duyduğumda ‘merhaba bu memnuniyete’ dedim. Ancak iyiliği emretmede akrabalar (yakın olanlar) evladır.

Aynı yetkili kaynak “halkı, iktidarın mutlak monarşiden barışçıl bir şekilde anayasal monarşiye intikali ve gerçek şura sisteminin kurulması ile müjdeliyoruz” dese ne olur acaba!

Devrimciler açtıkları pankartlarla “özgürlük, adalet ve eşitlik” istiyor, “işsizliğe, yolsuzluğa ve zulme” karşı çıkıyordu. Halka karşı gerçek suçu işleyen, meşru kılan yolsuz rejimin ve kendilerini sürekli öven kuyruklarının düşmesini talep ediyordu.

Mısırlılarla Tunusluları kızdırıp rejimlerini düşürten ve bizde olmayan şey nedir?

Düşünce özgürlüğü konusunda Mısır ile aramızda büyük mesafe var. Abdulhalim Kandil iki sene önce Hüsnü Mübarek hakkında bir makale yazdı. Onun yazdığı makaleyi bizden birisi prenslerden biri hakkında yazsaydı burnu kesilir ve şu anda binlercesiyle dolu hapishaneler kendisini kaybedip götürürdü.

Eminim ki Adem (aleyhisselam) zamanından günümüze belki de kıyamet gününe kadar ödenen en büyük yolsuzluk faturası bizim yolsuzluk faturamızdır!!

Hatta nereden başlayacağını şaşarsın… Sınırlarını helikopterin çizdiği bireylere ait, karanın-denizin dar geldiği derebeyliklerden mi… Tüm bayındır ve bayındır olmayan arazileri bozan kum tepelerinden mi… Yüksek dağlar çitle çevrilmesinden mi… Her kim gezinmek isterse kendisinin ve sıkıntılı ailesinin üzerine oturabileceği bir bank bulabilmek için bir saray mesafesi yürümek zorunda olmasından mı!

Bizde sahilleri ve sahiller boyunca uzanan denizleri ancak büyükler parseller. Zaten Allah sıcak denizlerin kıyısındaki gömülü kumları büyük plajlar yapılsın diye ayırmış!!

Bu esnada vatandaşların üçte ikisi ise kendilerini ve evlatlarını barındıracak kasvetli bir ev yapacak bir arazi bulamıyor. Yüzölçümü bir milyon kilometrekare olan bir ülkede yazın kendilerini yakan kışında (soğuktan) kemiklerini kıran barakalarla yetiniyor!!

Esnek tahminlere göre ülkenin yıllık geliri 2 trilyon. Bu rakamdan halka gelen sadece 400 milyar. Üçte ikisi hırsızların proje komisyonlarına gidiyor. Peki kalanı nerede?!

Aşırı açgözlülük ilk aileyi, ona yapışanları kaplamışken yoksulluk sınırının altında yaşayan vatandaşlar boğazlarından geçirecek ‘çöp yığını’ olabilecek  şeylerden başka bir şey bulamıyor!!

Büyük devlet vazifeleri derebeyliklerinin gelirleri büyüklerine dönüyor. Onları büyük işadamları arasında sayıyorsun. Bazıları(nın zenginliği) dünyanın en zenginleri sıralamasını dahi aştı. Bu servet onlara nereden geldi?

Artık geleneksel yağmalamanın karşılayamadığı stokların artırılması için düzenlemeler ve cezalar yürürlüğe sokuluyor!! Öyle olmasa vizeler verilmesini, izinler çıkarılmasını, projeler oluşturulmasını, her bir maddesinin artık özel bir komisyonu bulunan görevlerde imtiyazlar verilmesini ve transferleri nasıl açıklardık?

Tefeci, hırsız rejim boğulmuş, bitkin halkın soyulmasındaki hoşnutluğun boyutunu izleyerek uyanık duruyor !! Yemin ederim ki bu açgözlüler eğer stoklarını dolduracak bir şey bulamasalar yetimin ya da dul kadının ağzındaki lokmayı çekip alırlar!!

Mısır’da Hüsnü Mübarek ailesinin toplam 70 milyar serveti olduğunu söylüyorlar. Bu milyarlar belki de bizim bazı büyüklerimizin sadece zekatıdır!! Toplansa servetleri ne kadar eder acaba? Bizde faturalar sadece zayıflara kesilir… Güçlülerin paraları ise elektrik, su, telefon faturalarından, uçak, otel giderlerinden, vergilerden, cezalardan ve her şeyden korunmuştur. Sadece alırlar, vermezler!! Büyülenmişler, çalışma kağıtlarıyla zayıf yoksullara fotoğrafı yasaklamakla meşguller!!

Taraflılık tüm kurumlarımızda… Tayinler evlatlar, dostlar ve akrabalar için… Kızlar övgüyle Hıristiyanlara veriliyor. Kalan nitelikli halka ise mutlu hayaller yeter!!

Tüm beceriksiz aptallar istedikleri her şeyi -ne kendilerinin ne de kendilerini atayanların- hak etmedikleri halde iki diplomadan biriyle elde eder: Ya liderlere yakınlık ya da rüşvet vererek. Yöneticilerin ikiyüzlülüğü ise çok görülen bir şeydir. Bunda bir sıkıntı yoktur!!

Gazeteleri, dergileri, kanalları, radyoları, şairleri, yazarları, âlimleri, aydınları, tüccarları, büyükleri, küçükleri, kadınları, adamları, akıllıları, aptalları yığılmış, safları sıkışmış, sesleri kısılmış, boyunları kırılmış halde o prensi ya da şu bakanı överler…

İçlerinden birinin bir vali veya bir sorumlu olmasıyla kendisine hemen sadakat, asalet, bilgelik ve yeteneklilik sıfatları verilir. Eğer tahta oturursa o artık azizdir. Ona karşı hata yapılamaz. O muhakkak doğrudur… Hikmet sahibidir… Ağır suçları telafi edilir!! Ameli hüccettir, sözü anlaşmazlıkları ortadan kaldırır… Mubahların sınırlarını belirler… O; hak, adalet ve insanlığın kralıdır!

Paralı tuttuğu işçileri her yere yöneticilerin resimlerini ve isimlerini koymak için adeta yarışıyorlar. O kadar ki durum artık iğrenti uyandıracak noktaya ulaştı. Sokaklar, üniversiteler, camilerdeki fakülteler, enstitüler, şehirler, merkezler, araştırma kürsüleri, mahalleler, tüm şehirlerde ve köylerde aynı isimler ve aynı isimlendirmeler!!

Bizde cesareti pervasızlık derecesine ulaşmış cesur kişi ancak Haman’ı eleştirmekle yetinir. Başka insanlar ise bir vatandaş sebze arabası için kendini yaktı diye iktidardaki rejimlerini devirebiliyor… Bizse iktidarı dünya işlerinin ıslahı kendisiyle mümkün olmayan, din kendisiyle ayakta duramayan, kendisiyle bir zarar defedilemeyen bir prensin değiştirilmesi için ikna edemedik. Gözetimindeki yüzlercesi iki kere boğuldu… O ise dindarlığa karşı savaş, dünyalıkları toplama, yolsuzluk ve yolsuzluğa karşı savaştan vazgeçilmesiyle meşgul!!

Biz başarısız; tek yeteneği sanki babasının ya da annesinin mülkünde bakanmış gibi kendini eleştirenleri kovma cesareti olan bir bakanı kovamayız. Dahası kötü, fitneci, rezil bir üniversite dekanı bile değiştirilemez. Sanki kamu görevlerimiz onların çayırı olmuş, orada dolaşıp eğleniyorlar. Yoksa bu iki devrimin hareketine sebep olan acaba zulüm müydü?

Hiçbir yargılama ve hiçbir suçlama olmaksızın hapislerinde kalan esirlerimiz hakkında ne diyeceğiz peki?…

Hapishanede geçirdikleri zamanın süresi Yusuf aleyhisselam’ı peygamberlik için yetiştiren hapis senelerini geçti. Sanki kendileriyle ne ahit ne de anlaşma bulunan düşman esirleri!! Kendilerini esir alanlar bize sayılarını söylemeyi reddetseler de bu gerçeklerin üzerini örtemez. Biz eminiz ki bir aileden ya da onun komşularından ya da akrabalarından muhakkak bir kişi esirdir!! Bu da esirlerin sayısını binler kılmaktadır!! Hayvanların bile bir saygınlığı bir onuru yok mu? Öyleyse onurlu bir Müslüman vatandaşın nasıl olmaz!! Bu büyük zulüm karşısında susarken Allah’ın bizi cezalandırmasından nasıl korkmayız?

Halkın onuru ise el ve omuz öpmekle, haksızlıkların bazı yetkili prenslere arzedilmesi için susuz ve yiyeceksiz tam bir günü bile bulabilen uzun saatler boyunca beklemekle gitmektedir. Sana gelişiyle bin minnet gerektiren noksan ve az bir sadakayla gider. Onun üzerinde de ‘krallık ikramı’ yazılı bir etiket bulunur!! Eğer bu verilen özel maldan ise halkın hepsi sadaka kabul etmemektedir. Eğer devletin malındansa o zaten bizim! Öyle ise bir insan kendinin olmayan bir maldan verdiği zaman nasıl da cömert olur? Ayrıca başa kakma ve eziyet niye? Vatandaşlarımızın hakları yurtdışında ihlal edildiğinde neredeyse hiç düşünülmezler. İçeride hakları ihlal edilen dışarıda nasıl yardım bekleyebilir? Bizler daimi bir korku içindeyiz. Güvenlik kaygısı başımızda bir dağ! Teftiş noktalarıyla sokaklarımızı daraltıyor. İçimizden kim reform iddiasında bulunursa onunla tehdit ediliyor!!

Özetle… İçindeki her şeyiyle ve içindeki insanlarıyla öz yurdumuzda garib ve öz vatanımızda köle olduğumuzu hissediyoruz.  Sanki mülteciyiz, ya da konuk olduğumuz (ilk) aileye yük olan misafirler. Utanarak yiyor ve içiyoruz. Kalma süresi uzadıkça daha çok minnettarlığımızı dile getiriyoruz. Surat asmamız, bir şey istememiz veya eleştirmemiz ayıp… Zira iyilik edenlerin aleyhine (kınanmasına) bir yol yoktur!! Bu işte bizim yapacağımız bir şey yoktur… Bir şeyde bizim hakkımız yoktur… Her şey bize fazla! Her şeyden ötürü minnet duymalıyız. Bir şeyden mahrum kaldık mı adalet olur. Bize bir şey verildiğinde ise bu lütuf olur!! Böyle vatandaşlık kahrolsun! Kölelik kahrolsun!!

Ancak ey Araplar!..
Halkların adaletsizliğe ve aşağılanmaya sabrının devamı ve harekete geçebilmede yetersizliği üzerine bahis şu ana kadar iki Arap ülkesinde başarısızlıkla sonuçlandı. Diğer ülkelerde de başarısızlık yolunda ve kimse için güvenlik yok!!

Bir alternatif bulunmadığı üzerine bahis, yolsuz rejimlerin düşmesinden sonra aşiretler arası, bölgesel veya mezhebi rekabetler yaşanıp fitne ve ayrılık çıkmasından korkutma yöntemi de başarısız kaldı. Nifak, yıkım, bölünme ve rekabet rejimlerde ve onlarla beraber. Halklara gelince ne kadar iyi kalpliler!! O kadar uzun zaman zulüm görmesine, ezilmesine, yoksul bırakılmasına karşın hiç kan dökmedi. Hiçbir namusa saldırmadı, hiçbir malı gaspetmedi. Birliği parçalamadı. Aksine güvenliği ve devletin kaynaklarını korudu!!

İki devrim, yolsuz rejimlerden kurtulmak isteyen halklar için bir yol çizdi: O da halkların iki görevi bir anda yerine getirebilme imkanı olduğudur: Aynı anda hem devrim başlatabilir hem de fitneyi bastırabilir. Hem devrimci hem de korumacı olabilir!!

Ey Arap Rejimleri!!

Halkların artık görüşleri var…

Çıkışa gidebilir…

Aracı biliyor…

Bedeli ödemeye hazır…

Özgür ve onurlu bir yaşam yönünde büyük, şiddetli bir eğilimi var…

Şu ana kadar ki konumlarınız hiç de hayır müjdesi vermiyor. Aksine siz diktatörlerden halklarının taleplerini en şiddetle reddedenlerin bu taleplerin ne olduğunu en iyi anlayanlar olduklarını kanıtlamaya devam ediyorsunuz!! Bunun ardındansa Tunus ve Mısır’da görülen sonuç kaçınılmazdır! Halk dilinde dedikleri gibi kim her şeyi isterse kaybeder.

Tüm devrimleriniz hayırlı olsun!!! ”

Prof. Dr. Halid el-Macid, bu makalesinden sonra tutuklandı.

The following two tabs change content below.

Bilgihan OVA

Latest posts by Bilgihan OVA (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.