AleviSesi

Alevilik, Hz. Ali (a.s)'ın yolundan gitmektir.

Temel İnançlar (Usul-u Din)

Nübüvvet (Peygambere İnanmak)

Alevilikte Nübüvvet

İnsanoğlu yaratıldığına ve boş yerede yaratılmadığına göre ona doğru yolu gösterecek bir eğiticiye ihtiyacı vardır. NÜBÜVVET Peygamberlere inanmak, onalrın hedeflerini tanıyıp bilmek demektir. Allah(cc) kullarına tevhidi öğretmek, toplumsal düzeni tanzim etmek, iyiliğe sevk edip kötülüklerden uzaklaştırmak ve tekamüle ulaştırmak için elçiler göndermiştir.

İnsan her zaman ilahi bir terbiyeye muhtaçtır. İnsan aklıyla birçok şeyi bulabilir ama bilgideki olgunluk yada tekamil dediğimiz mertebede ilerleyebilmek için bir öğretmene bağlı olması zorunludur. İşte bu yüzdendirki Allah(cc) lütfundan dolayı insana müjdeleyen ve eğitim için korkutan, insanları hidayete sevk edecek peygamberler göndermiş ve mazeretlerinin, bahanelerinin kalmamasını dilemiştir. Artık hiçkimse BEN BİLMİYORDUM mazeretine sığınamayacaktır. Allah(cc) adaleti ve rahmeti dolayısıyla; İsra Suresi, 15. Ayetinde; “…. BİZ PEYGAMBER GÖNDERMEDİKÇE HİÇBİR TOPLULUĞU AZAPLANDIRMAYIZ.” buyrulmuştur.

Bu aynı zamanda bugün bütün dünyanın ceza kanınlarında KANUNİLİK yada TİPİKLİK dediği bir felsefedir. Kanunsuz suç olmaz prensibidir ve temeli ilahi olan bir yasadır.

Bakara S. 129.Ayetinde ise;

“RABBİMİZ, ONLARIN İÇİNDEN BİR PEYGAMBER GÖNDERDE ONLARA SENİN AYETLERİNİ OKUSUN, KİTABI, HİKMETİ ÖĞRETSİN ONLARI TERTEMİZ BİR HALE GETİRSİN, ŞÜPHE YOKKİ SEN YÜCELİK, HÜKÜM VE HİKMET SAHİBİSİN.” denilmesinde nübüvvetin gerekliliğini izah etmektedir.

İnsanoğlunu MUTLAK KEMALE ulaştırmakla görevli peygamberler hakkında Hz.Ali(as) “NECH’ÜL BELAGA”’da şöyle buyurur: “ALLAH UNUTULAN NİMETLERİ HATIRLASINLAR, GİZLİ KABİLİYET VE YETENEKLERİ AŞİKAR ETSİNLER DİYE PEYGAMBERLERİ GÖNDERDİ.”

Allah(cc) fikrini gerektiği ve yeterince anlayan insanoğlu, peygamberlerinde olması gerektiğini yada zorunluluğunu da kendiliğinden keşfedecektir. Çünkü lütuf ve kerem sahibi Allah(cc) elbette insanoğlunu başı boş olarak bırakmayacaktır ve ona doğru yolu gösteren elçileride gönderecek, lütfedecektir. Yine burada bir ayet ve hadis sunuyoruz:

NAHL S. 36. Ayetinde “ANDOLSUN BİZ HER MİLLET İÇİNDE ALLAH’A KULLUK EDİN TAĞUTTAN KAÇININ DİYE ELÇİ GÖNDERDİK.” denilirken, Hz.Ali(as) “Nehcül Belaga”daki 147. Hutbesinde “Allah kullarını putperestlikten kurtarıp Allah(cc)’a tapmaya davet etmesi için Hz.Muhammed(sav)’i mebus kıldı.” demektedir.

Peygamberlik sadece tebliğle ilgili olmayıp eğitme amacınada yöneliktir. Peygamberlerin çabaları dünya yaşamını ve evreni açıklama ve gerektiğinde değiştirme, ıslah etme yada asıl deyimiyle ROTASINA SOKMA yani ilahi kanunlara uygun hale getirmedir. Peygamberler, insanı ve toplumu ilahi düzenin uyumlu ve huzurlu bir parçası yapmayı hedeflemişlerdir.

Peygamberlik ilahi bir vazifedir, Allah(cc) Peygamberleri özel olarak yaratmıştır ve kimi peygamber yapacağınıda en iyi bilendir. Peygamberlerin fiziki ve ruhsal yönden diğer insanlar tarafından kınanacak hiçbir yanlarının olmaması zorunludur. Allah(cc)’ın elçiliğini yapacak peygamberler Allah(cc)’ın şanına yakışır olması nedeniylede her türlü büyük ve küçük bütün günahlardan uzaktırlar. Peygamberler hiçbir zaman günah işlemezler ve işlemeyide düşünmezler.

Bizim Oniki İmamcı anlaşıyışıza göre Peygamberler Allah(cc)’ın YÜCELİĞİNE uygun olarak MASUMDURLAR. Onların günah işlemeleri, yanılmaları, unutmaları mümkün değildir. Peygamberlik görevlerine başlamadan öncede peygamberler günahsızdırlar. Onların herşeyleri insanlara örnek olacak biçimdedir. Peygamberler KUSURSUZ İNSAN TİPİNİN en açık örnekleridir. Ruhani tekamül, kamil insan olma bakımından örnektirler. Eğiticidirler, öğretmendirler, kainatın programını yapan YARATICININ insanlara lütfudurlar. Peygamberler tıpkı bir bahcıvanın bahçedeki ayrık otlarını ayıklayarak bahçedeki çiçeklerin daha iyi gelişmesi yada olgunlaşmasını sağladıkları gibi insanlara helalleri, haramları, mekruhları, müstehapları ve mübahları öğreterek daha iyi bir insan ve daha iyi bir toplum oluşmasını sağlamaya çalışırlar. Onların görevi insanı ve toplumunu tekamüle doğru yola çıkarmaktır.

Eğer bizler Allah(cc)’ın muhteşem bir sistem yarattığına ve bu düzende herşeyi yerli yerince yarattığına inanıyorsak, Kur’an’i deyimle BAŞI BOŞ BIRAKILMAYACAĞIMIZI DA bilmemiz gerekmektedir. Yine sorumluluklarımızı belirleyen ve hatalardan arınmış güvenilir eğiticilerinde bizlere lütfedilmiş olduğuna inanmak durumundayız. Zaten peygamberlerin musumluğu yani arınmışlıkları olmasaydı onlara kayıtsız, şartsız ittat etmemizde istenmezdi.

“ALLAH’A RESULÜNE VE SİZDEN OLAN EMİR SAHİPLERİNE İTAAT EDİNİZ.” (Nisa S. 59. Ayet)

“ALLAH’A VE RESULÜNE İTAAT EDİN.”(Maide S. 92. Ayet)

“O KENDİ HEVA VE HEVESİNDEN KONUŞMAZ KONUŞTUĞU VAHİYDEN İBARETDİR.”(Necm S. 3-4. Ayetler)

Bu noktada peygamberlere kayıtsız şartsız uymanın zorunlu olduğunu kabul etmek gerekiyor. Tabiki bu itaat temel bir İMAM SORUNUDUR. Oniki İmamlarımızın İslami anlayışlarına göre peygamberlerimizin söylediği her söz ister KUR-AN’da ister KUR-AN dışında söylenmiş olsun uyulması zorunludur. Çünkü her ikisininde kaynağı aynıdır.

Peygamberlerin sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte bir rivayete göre 124 bin tanedir. Kur’an’da da bunların 25 tanesinin ismi geçer. Bütün peygamberler görev ve tebliğ bakımından aynı ilahi kaynağa tabidirler. Oniki İmam yolunda bütün peygamberlerin Allah(cc) tarafından gönderildiği inancı vardır. Onların birisini inkar hepsini inkar sayılır. Ancak Hz.Muhammed(sav) dışındaki peygamberlerin getirdikleri hükümler, kendilerine vahy edilen sözler insanlar tarafından çıkarlarına göre değiştirilmiş yada çarpıtılmıştır, yada unutulmuştur.

İnsanı eğitmek konusunda aralarında fark olmayan peygamberlerin Allah(cc) katındaki dereceleri ise farklıdır. Bazı peygamberler örneğin Hz.Muhammed(sav), Hz.Nuh, Hz.İbrahim, Hz.Musa, Hz.İsa şeriat sahibi ve derece bakımından da diğerlerinden üstündürler.

Doğal olarak her işe başlamada bir amaç olur ve amaca yaklaştıkçada o iş en olgun noktaya ulaşır. İşte bütün peygamberler son peygamberin amacına hizmet etmişlerdir. Bütün dinlerin esası son dinin esası üzerine kurulmuştur. Allah(cc) katındaki son din makbul sayıldığına göre son peygamberde bütün peygamberlerin derece yönünden en üstünüdür. Peygamberimiz insanların en yücesidir. Allah(cc) katında da yaratılmışların en değerlisidir.

“MÜŞRİKLER İSTEMESEDE, ZORLARINA GİTSEDE, PEYGAMBERİNİ İNSANLARI DOĞRU YOLA SEVK EDEN APAÇIK VE KESİN DELİLLERLE VE BÜTÜN DİNLERE ÜST OLMAK ÜZERE GERÇEK DİNLE GÖNDERMİŞTİR.” (Tevbe S. 33. Ayet)

Peygamberimiz, Adem evladının ulusu, efendisi olduklarını kıyamet gününde bütün peygamberlerin elindeki LİVA’ÜL HAMD bayrağının altında toplanacaklarını, ilk şefaat edenin ve şefaati ilk kabul edilecek kişinin kendileri olacağını, peygamberlerin sonuncusu olduğunuda çeşitli hadislerinde beyan etmiştir.

Şüphe yokki peygamberlerde birer kuldurlar, onlarda tıpkı diğer insanlar gibi yaşamakta ihtiyaçlarını gidermektedirler. Ancak onlar özel vasıflara velütuflara sahiptirler. Allah(cc) peygamberlerin tanınabilmesini kolaylaştırmak için onlara kendilerini büyük olarak tanıtan kişilerin yapamayacakları, yapmaktan aciz oldukları mucizeler ihsan etmiştir. Mucizeler, herkesi acze düşüren olağanüstü işler ve sözlerdir. Her peygambere zamanının en ileri hadde varmış en yaygın hünerini ve o hünerin ustalarını şaşırtacak mucizeler verilmiştir. Hz.Nuh zamanında marangozluk ileriydi ve NUHUN GEMİSİ son aşamada KURTULUŞ GEMİSİ olmuştu.

Hz.Musa zamanında gözbağcılık(gözboyama) en yaygındı. Büyücülerin yılan şeklinde gösterdikleri ipleri Hz.Musa’nın attığı asası ejderha kesilerek yutmuş ve bunun gözbağcılık olmadığını anlayan büyücülerde imana gelmişlerdir.

Hz.İsa zamanında da tıp ilmi diğer çağlara göre ileri ve meşguliyet yönündende yaygındı. Hz.İsa körlerin gözünü açıp, sağırları duyar hale getirmişti. Bunları ise dönemin hekimleri yapamıyorlardı.

Hz.Muhammed(sav) döneminde ise şiir, nesir, hitabet, güzel ve uyumlu söz söylemek yaygındı. İnsanlar her olayı bu şekilde izah ediyorlardı. Okuma yazma bile bilmeyen, bildiğinide kimsenin iddia etmediği ve Allah(cc) tarafından bilgiyle donatılmış olan peygamberimiz kendisine vahyedilen KUR-AN FESAHATIYLA, güzel ve uyumlu sözleriyle herkesi acze uğratmış ve susturmuştur. Bakmasını bilen ve düşünen birisi için kainatdaki herşeyin mucizevi olduğu açıktır. Kur’an ise Peygamberimize verilen özel yada apaçık mucizedir. Allah(cc)’ın son gönderdiği kitap olan Kur’an mucizevi yönüyle bu muhteşem kainat düzeninde özel bir yere de sahiptir. Burada yeri gelmişken bir tek cümlede olsa söylemek gerekiyor. Kendisini Alevi kabul eden insanları Kur’an’dan ayırmak için Mazlum Alevi toplumuna Kur’an eksiktir, değiştirilmiştir denilerek Alevi toplumu Kur’an’dan uzak tutulmak istenilmiştir. Bu önemli konu başka bir bölümde işlenmiştir.

Kur’an’da fesahat ve belagat sanatının incelikleri tatlı, ahenkli güzel sözler ve her konuda nitelikli bilgiler sunma ve bunları takdim etme tarzı, çelişkilerden uzaklığı, düzenli ve ihtilafsız bir mantık sergileme yönleriyle Kur’an her açıdan ilahi olma özelliğini isbatlamaktadır. Bunları ileten peygamberin okur-yazar olmayışı ve arap yarımadasının da dışına çıkmamış olmasıda dikkat çekicidir. Düşünen insana nasihat edicidir. Kur’an öylesine görkemli ve muhteşem ki sırf onu dinlemek dahi insanın kalbini yumuşatıyor, kalpler ancak Allah(cc)’ı zikretmekle huzur buluyor, ahenk buluyor. Nitekim Hz.Ali(as) “Nehc’ül Belaga”’da şöyle buyuruyor:

“Kalplerin baharı Kur’an’dadır. İlmin pınarları ondan kaynamaktadır, insanın kalbi ve cismi için ondan daha parlatıcı bir cila yoktur.”

Burada insanın aklına bir soru geliyor. Arapça bilmeyen insanlar Kur’an’ı kendi dillerine çevirerek Mealen okuyabiliyorlar, arapça öğrenmek, okumak, anlamak ve o ahengi görebilmek ise bir çaba gerektiriyor. ACABA ANA DİLİ ARAPÇA OLAN ÖZELLİKLE ARAP MÜSLÜMANLAR NE KADAR ŞANSLI OLDUKLARININ FARKINDALAR MI?

Arap alemine baktığımızda onların bu nimetin pek farkında olmadıklarını görüyoruz.

Yoksa A.B.D.’nin ve uşaklarının oralarda ne işleri var?

Nübüvvetin İlahi bir vazife ve Rabbani bir sefirlik olduğuna inanıyoruz. Allah-u Teala, kullarına doğru yolu göstermek, dünyada, ahirette, faydalarını mucib olacak, mutluluklarını sağlayacak hükümleri bildirmek, onları kötü huylardan, bozguncu gelenek ve göreneklerden arıtmak, onları hikmet ve marifet sahibi kılmak için, lutfuyla seçtiği, insanlığın en olgun ve yüce mertebisine ulaştırdığını kullarına gönderir; onların vasıtalarıyla öbür kullarına kutluluk ve hayır yollarını bildirir; insanlığa layık sıfatları anlatır, derecelerini dünyada da yüceltir, ahirette de.

Nübüvvet, biraz sonra da arzedeceğimiz gibi, İlahi bir lütufdur. Yaratan, insanları hidayete eriştirmek, onları düzene sokmak için peygamberlerini, Zat-ı İlahisinin sefirleri ve yeryüzünde halifeleri olarak göndermek lutfunda bulunmuştur. Aynı zamanda, Allah-u Teala’nın, peygamber olarak seçtiği kişilerde, kulların bir seçim, bir ihtiyar hakkına malik olmadıklarına da inanmaktayız; bu seçim, ancak O’nun elindedir ve “Peygamberliğini kime vereceğini Allah, daha iyi bilir.”(En’am-124); kulların bu hususta hakları olmadığı gibi peygamberler vasıtasıyla bildirilen hükümlerde, diledikleri tasarrufda bulunmaya, onları değiştirmeye de salahiyetleri yoktur.

PEYGAMBERLİK LÜTUFDUR

Gerçekten de insan, pek şaşılacak bir yaratıkdır; görülmemiş tavırlara sahibdir; yaratılışında, tabiatında, özünde ve aklında, çeşitli ve karışık özellikler vardır; bir yandan bütün bozgunculuk huyları insanda toplanmıştır, öte yandan bütün hayır ve düzen sıfatları onda mevcuttur ve insanların her ferdi böyledir. İnsan, bir yandan yalnız kendini sever, kendini düşünür; dilediğine uyar, istediklerine boyun eğer, herkesten üstün olmayı, her şey’i elde etmeyi ister; dünya yaşayışına bağlanır; dünyanın süsüne-püsüne, meta’larına kapılır. Nitekim Allah-u Teala,

“Gerçekten de insan mahrumiyet içindedir elbette”(En’am-124)

“Gerçekten de insan, kendisini ihtiyacı yok görünce elbette azar.”(Asr-2)

“Gerçekten nefis, kötülüğü pek fazla buyurur.”(Alak-6-7)

“…Nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder…”(Yusuf-53)

ayeti kerimeleriyle insanın bu zayıf yönünü beyan buyurmuştur; nefsi bakımından insanın, dileklerine, şehvetlerine, yaratılışı itibariyle düşkünlüğü bir çok ayet-i kerimede açıkca bildirilmiştir.

Öbür yandan ise Allah(cc), insana, doğru yolu gösteren, onu düzenli ve hayırlı işlere sevkeden akıl vermiştir; kötülüklere, zulme karşı duran bir kabileyet, kötü ve pis şeylerden çekinmesini sağlayan bir yaratılış ihsan eylemiştir. İnsanın özünde, bu hırs ve şehvetle akıl, boyuna çarpışıp durmaktadır. Kimin aklı şehvetine üst olursa o, insanlık bakımından yüce bir makama yücelir, maneviyat bakımından olgunlara karışır;  kimin şehveti aklına üst gelirse o, insanlıktan uzaklaşır, alçalır, hayvanlar derecesine düşer.

Bu iki kuvvetin çarpışması sonucunda, insanların çoğu şehvetlerine uyar, hidayetten uzaklaşır; “Sen ne kadar üstlerine düşsen de gene insanların çoğu imana gelmez.”(Yusuf-103) hükmünce sapıklığa dalar. İnsan kendi özünde ve çevresinde bulunan gerçeklerin çoğunu bilmez; başlı başına, kendisine zarar vereni, faydalı olanı, kendisini kutluluğa ulaştıracak, yahud azgınlığa sürükleyecek şeyi anlayamaz. Tabii şeylerde, madde aleminde, bilgi bakımından ne kadar ilerlerse ilerlesin, kendine, toplumuna, insanlığa faydalı şeyleri, tam bir bilgiyle idrak edemez. Bu yüzden insan, kendisini kutluluk yoluna ulaştıracak, hidayete irşad edecek, akli melekelerini güçlendirecek, şehvetiyle aklının savaşmasında aklına yardımcı olacak, bu savaşta, elini tutup onu düzene götürecek, ona, güzeli,hayrı kötü göstermeyecek, kötüyü, çirkini güzel belletmiyecek bir uyarıcıya, bir öndere muhtaçtır. Allah(cc)’ın koruduğu kullar müstesna, hepimiz de bu savaşta, hayrı, şerri, gerektiği gibi bilemeyiz, anlayamayız.

İşte bu seseblerle, ibtidai(ilkel) olanı şöyle dursun, medeni insan bile, kendisini tümden hayır ve salah yoluna yönelten, dünyasına, ahiretine faydalı ve zararlı şeyleri açığa vuran, kendisine ve toplumuna gereken ve tümden hayır olan yolu, kendi cinsiyle kurullar kursa, oturumlar yapsa, danışmalarda bulunsa bile, gereği gibi bilemez, göremez.

Şu halde Allah(cc)’ın kullarına rahmet ve lutuf olarak; “Onların içinden, onlara ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten…”(Cuma-2) hangi işlerde bozguna düşeceklerini anlatan, düzenlerini, kutluluklarını gösterip onları, bunlarla müjdeleyen bir peygamber göndermesi, vücub-i zatı ile, lutfu ve rahmeti dolayısıyla vacibdir; bu, Allah(cc)’ın lutfu ve rahmeti dolayısıyladır; çünkü kullarına bol-bol hayırlar veren kerem ve mutlak kemal sahebi olması bakımından, zati bir vücubdur; cömertliği, lutfunu kabule müsteid olarak yarattığı insanlara, elbette cömertliğini, lutfunu bezleder; çünkü O’nun rahmet alanında buhl yoktur; cömertliğinde, kereminde noksan olamaz.

PEYGAMBERLER MUTLAK OLARAK MASUM’DUR

Peygamberlerin, mutlak olarak masum bulunduklarına inanmaktayız; nitekim İmamlar da öyledir; hepsine de tertemiz selam ve övgüler. Bu hususta bazı müslümanlar, bizim inancımızda değillerdir; hatta İmamlar şöyle dursun, peygamberlerin bile masum olmadıklarına inanırlar.

İsmet, yani masum oluş, küçük-büyük bütün günahlardan, yanılmaktan, unutmaktan münezzeh olmaktır. Akıl, bunun, peygamber hakkında, olmayacak bir şey bulunduğuna hükmetmez; hatta peygamberin, yolda yemek yemek, yüksek sesle gülmek, halkın örfünce kötü görülebilecek bir işi işlemek gibi mürüvvete aykırı olan şeylerden birini bile yapmaması gerektiğine hükmeder.

İsmetin varlığına delil şudur: Peygamber suç işleyebilir, yanılır, yahut unutursa, ondan bu çeşit şeyler sudur ederse, ona inananlar, uyanlar, elbette şüpheye düşerler; düşmemeleri, din ve akıl bakımından mümkün değildir. Bu takdirde halkın ona uyması güçleşir; bu ise nübüvvet vazifesine karşıdır; sözlerinde, işlerinde bir değer kalmaz, mutlak olarak buyruklarına uyulamaz; hareketleri bir örnek olamaz ve peygamberlerin gönderilmelerindeki faide ve lüzum abes olur.

Naslarla sabittirki, Hz.Muhammed(sav) ne kendi heva ve hevesiyle konuşur, nede batıl bir iş yapar, ve ona uymak bizim için farzdır. Mademki böyle onun masum olması zorunludur.

Yüce Allah’ın, kullarına bir lütuf olarak içlerinden resuller seçip onları yüce ahlak ve olağanüstü mucizelerle donatarak “Peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir delilleri olmasın” diye ilahi risaleti insanlara iletmek, insanları dünya ve ahirette yararlarına olan şeylerle tanıştırmak, zararlarına olan  şeylerden sakındırmak üzere onları insanlara gönderdiğine inanıyoruz. “Biz, elçileri ancak müjde vericiler ve uyarıp korkutucular olarak göndeririz.”(En’am-48)

Peygamberlerin sayısı bir hayli çok olmakla beraber Kur’an’ı Kerim’de bunların 25’inin ismi geçer. Bunların ilki, babamız Hz.Adem(as), sonuncusu ise Allah(cc)’ın bütün alemlere bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdiği Abdullah oğlu Muhammed(sav)’dir. O’nun getirdiği kolaylık dini olan İslam dini de, bütün zamanlar ve bütün mekanlar için en uygun hayat nizamı olan en kamil ve son ilahi dindir.

Yine Yüce Allah’ın Peygamberlerini hem nübüvvetlerinden önceki, hem de sonraki dönemlerinde, hata, unutkanlık ve bilerek veya bilmeyerek günah işlemekten koruduğuna ve onları zamanlarının en erdemli kişileri kıldığına inanıyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.