AleviSesi

Alevilik, Hz. Ali (a.s)'ın yolundan gitmektir.

Köşe Yazıları

Kuran ve Sünnet Birbirinden Ayrılmazlar

Her Müslüman’ın kabul ettiği gibi İslam dini son din, Kuran’ı Kerim son kitap ve Peygamber son peygamberdir ve mukaddes İslam dini kıyamete kadar baki kalacaktır. Bundan dolayı hem Kuran’ın öğretileri hem de Peygamberin sünneti evrenseldir. Çünkü akıl şu hükmü vermektedir ki  Peygamber, din ve kitabın gönderilmesindeki amaç insanların dünya ve ahiret saadetini göstermek ve onları yaratılışın sırrı olan kemal yolunda hidayet etmektir. Hal böyleyken Allah’ın hikmet ve adaleti şunu gerektiriyor ki Kuran ve dinin öğretileri kıyamete kadar insanların faydalanıp dünya ve ahiret saadetini elde etmeye elverişli bir konumda yani tahrif olmamış ve değiştirilmemiş olmalıdır. Kuran’ın sağlamlığı hususunda tüm İslam fırkalarının ortak görüşü şu ki Kuran’ı Kerim Peygamberimize indirildiği gün gibi el değmemiş ve değiştirilmemiştir. Çünkü Kuran’ın tahrif olması ve değiştirilmesi demek yani insanların dünya ve ahiret saadetini elde etmeleri için gerekli olan bazı öğretilerin Kuran’dan silinmiş olması demektir ki bu da Allah’ın adalet ve hikmetine ters düşer. Bundan dolayı Allah Kuran’da şöyle buyuruyor; ‘‘Doğrusu gerçektende Zikri-Kuran’ı- biz indirdik ve gerçektende onu koruyacak olan biziz.’’ Bu ayette yediden fazla vurguyla Kuran’ın korunacağı bildirilmiştir. Elbette korumanın şekli nasıldır bu ayrı bir tartışma konusudur ki inşallah ileride konuyla ilgili bir araştırmamız olacak.

Peygamberin sünnetine gelince bu konu iki şekilde ele alınabilir.
1-Peygamberin sünnetinin hücciyyeti (geçerliliği) bu konuyu hem akli olarak ve hem de nakli olarak ele alabiliriz.

Akli Yöntem:
Felsefi ve inançsal kaynaklara dayanarak şöyle diyebiliriz; Allah insanları hidayet etmek, onların toplumsal yaşantılarını düzene sokmak ve düşünsel ve toplumsal ihtilaflara son vermek için bazı insanları Peygamber olarak seçmiş ve göndermiştir.
-Peygamberlerin gönderilmesi, Allah’ın lütfü, inayeti ve kullarına olan hüccetinin tamamlanması içindir.
-Diğer taraftan böylesine önemli vazife ve ağır yükümlülüğüm tam olarak yerine getirilebilmesi için Peygamberlerin her türlü hata ve günahtan arı olmaları gerekir. Çünkü vazifeyi ifa etmedeki küçük bir yanlış insanlığın dünya ve ahiret saadetine etki edecektir ve buda Peygamberlerin gönderiliş felsefesine ters düşmektedir. Böylelikle Peygamberler tertemiz ve pak bir kalp ile ilahi iradeyi insanlığa yansıtmaktadırlar ki yalnız böylesi bir durumda insanların yol göstericisi olabilsinler. Böyle olunca ilahi kanunlar tam anlamıyla uygulanır ve semavi öğretiler sayesinde sağlıklı ve ilahi renge bürünmüş temiz toplumlar meydana gelir.  Şeytanın vesveselerinden, nefsanî isteklerine karşı koymaktan aciz olan ve hata ve günaha duçar olabilecek birisinden insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp onlara önderlik etmesi beklenebilir mi? Bundan dolayı peygamberlerin gönderiliş felsefesi aynı zamanda onların masumluğunu da zorunlu kılmaktadır. Bu masumlukta onların hayatının her alanı için gerekli ve geçerlidir. Gerek davranış olarak, gerek söz olarak ve gerek vahyi doğru bir şekilde derk etmesi ve insanlara iletmesi açısından Peygamber masum olmalıdır. Böylelikle peygamberin hem fiil ve davranışı ve hem de sözleri insanlar için hüccettir.
Nakli Yöntem:
Bu konuda Kuran ayetleri ışığında ele alınabilir; Birçok sayıda Kuran’ın ayeti Peygamberin sünnetinin muteber olduğuna işaret etmektedir.Şimdi bazı ayetleri inceleyelim:
a)Peygamberin hakemliğinin geçerliliği:
-‘‘İnsanlar tek bir ümmetti. Allah müjdeciler ve uyarıcılar olarak Peygamberler gönderdi ve beraberlerinde insanların anlaşmazlığa düştükleri hususta aralarında hüküm vermek için hak kitaplar indirdi .’’(Bakara 213)
-‘‘Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve elçisine çağrıldıkları zaman mümin olanların sözü işittik ve itaat ettik demeleridir. İşte kurtuluşa kavuşanlar bunlardır.’’(Nur 51)
-‘‘Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman kadın ve erkek müminler için seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse artık o gerçek bir sapıklığı düşmüştür.’’(Ahzab 36)
-Hayır öyle değil, Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.(Nisa 65)

Peygamberin hakemliği ve verdiği hükümlerin geçerliği peygamberin sünnetinin her alanda hüccet olması durumunda anlam kazanıyor. Yoksa yeri geldiğinde hata yapıp yeri geldiğinde günah işleyen ve yeri geldiğinde doğru hüküm veren birisinin karşısında Müslüman ve müminlerden tam bir teslimiyet beklemek abes bir iş olurdu. Bu da yüce Allah’ın hikmet ve adaletinden uzaktır.
b) Peygamberden itaat Allah’tan itaattir, Peygambere isyan Allah’a isyandır:
‘‘Kim resulden itaat ederse gerçekten Allah’a itaat etmiş olur ve kimde yüz çevirirse biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.’’ (Nisa 80)
-‘‘Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin.’’  (Nisa 59)
-‘‘Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse artık o gerçek bir sapıklığa düşmüştür.’’(Ahzab 36)
-‘‘Ey iman edenler! Allah ve Resulünden öne geçmeyin!’’ (Hucurat 1)

Yukarıda nakledilen ayetlerde dikkat edilmesi gereken husus şu ki; Ayetlerin hiç birisi Peygamberden itaat etmenin Allah’a itaat olmasını kısıtlamadı ve genelleme yaparak tüm işlerde Peygamberden itaat etmenin Allah’a itaat olduğunu vurgulamakta. Buda peygamberin sünnetini de kapsamına almaktadır. Çünkü peygamber Kuran’ın buyruğu üzerine: ‘‘O hevadan ( kendi istek ve düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.’’(Necm 3) ve başka bir ayette: ‘‘Şüphesiz sen dosdoğru olan bir yola yöneltip iletiyorsun, göklerde yerde bulunanların kendisine ait olan Allah’ın yoluna!’’ (Şura 52,53), başka bir yerde de buyuruyor: ‘‘Deki eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun-itaat edin-, Allah ‘ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.’’ (Ali İmran 31)
Son ayeti kerimede dikkat edilmesi gereken husus şu ki ayette; Allah’ı seviyorsanız ondan itaat edin de Allah’ta sizi sevsin diye emredilmiyor. Aksine peygambere uymanın Allah’ın sevgisini kazanmak olduğu belirtiyor. Bu ayeti kerime Peygamberin sünnetinin hücciyeti hususunda en önemli ayettir. Peygambere uymanın Allah’a uymakla eşdeğer tutulması onun tüm fiil davranış ve sünnetinin muteber oluşunun en büyük kanıtıdır.
c)Peygamber insanlar için güzel ahlak örneğidir:
‘‘Andolsun ki Resulullah, Allah’ı ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için bir örnektir. (Ahzap 31)
Peygamberin güzel ahlak örneği olarak tanıtılması şu anlama geliyor ki efendimiz kâmil insan örneğinin eşsiz bir örneğidir ve onun hayatının her alanı insanlar için bir örnektir. Ayette dikkat çekilecek nükte; Peygamberin insanlar için örnek  oluşunu her hangi bir şeyle kısıtlamaması ve genelleme yaparak o mübarek zatın yaşantısının her alanın insanlar için örnek teşkil ettiğini vurgulamasıdır.
d) Her Müslüman Peygamberin öğretilerine uymak zorundadır:
‘‘Resul size ne getirirse onu alın ve sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun, şüphesiz Allah cezası pek şiddetli olandır.’’(Haşr 7)
Ayeti kerimeden şu nükteleri çıkarabiliriz:
1- A’takum- Yani Peygamber size ne getirirse fiilinden Peygamberin bütün davranış ve sözlerinin Kuran olsun sünnet olsun hüccet olduğunu vurguluyor.
2- Müslümanları takvaya davet ve ilahi azaptan sakındırma takva ile sünnetin arasında sıkı bir bağlantı olduğunu vurguluyor ve neticede sünnetin her alanda muteber olduğunu gösteriyor.
e) Peygamber Kuran’ın müfessiri ve öğretilerinin açıklayıcısıdır:
‘‘İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da zikri-Kuranı- indirdik.’’ (Nahl 44)
Bu ayeti kerime açık bir ifadeyle Peygamberi Kuran’ın açıklayıcısı ve müfessiri olarak beyan ediyor. Peygamberin açıkladığı hüküm, kural ve öğretileri elde etmenin yolu da o hazretin sünnetinden geçer eğer sünnet hüccet olmasa Kuran’ın öğretileri de elde edilemez. Diğer taraftan Kuran kendisini her şeyin açıklayıcısı olarak tanıtıyor: ‘‘Bu kitabı sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde ve rahmet olarak indirdik.’’ (Nahl 89)
Elbette şurası bir gerçek ki dini bütün öğretiler ince ayrıntılarıyla Kuran’da beyan edilmemiştir. Belki genel hatlarıyla onlara değinilmiş ve ayrıntıları açıklamak Peygambere bırakılmıştır. Peygamberin sünnetini kabul etmemek ve onu hüccet bilmemek gerçekte dini bir sürü öğretiyi de kabul etmemeyi beraberinde getiriyor. Kuran Müslümanlara namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekât vermeyi, hacca gitmeyi vs. emrediyor ama namaz kaç rekât, zekâtın miktarı ne kadar, haccın gerekli hükümleri neler, orucun hükümleri neler bu konuların hiç birisine değinmiyor ve tüm bu ve benzeri konuların açıklamasını peygamberin vazifesi olarak beyan ediyor. Bugün birisi çıkıp da bize Kuran yeter sünnete ihtiyacımız yok derse gerçekte dini eğiti ve öğretilerin birçoğunu da reddetmiş olur. Konunun başında da zikredildiği gibi dinin son din, Peygamberin son Peygamber ve kitabın son ilahi kitap olması da göz önünde bulundurulursa olayın önemi daha rahat kavranmış olur.
Diğer taraftan yüce İslam dini diğer dinlerin aksine insan hayatının her alanı için bir dizi eğiti ve öğreti beyan etmiştir ki onlara ne kadar riayet edilirse dünya ve ahiret saadetini o kadar etkiler. Bu eğiti ve öğretilerin birçoğunu bizler Peygamberimizin sünnetinden elde ediyoruz.
2- Peygamberin hadislerini elde etmenin yolu:
Burada şöyle bir soru akla gelebilir; Kimse Peygamberin sünnetinin hücciyetini inkâr etmiyor. Ama Peygamberden sonra gelişen olaylar özelliklede o hazretin hadislerini yazmanın yasaklanışı ve diğer taraftan yalan hadisler uydurulup Peygambere isnat edilmesi ve hadis kitaplarında nakledilen çelişkili ve Peygamberin şanına yakışmayacak türden hadislerin zikredilmesi günümüzde bizleri Peygamberin hadislerine dayanarak dini öğretileri elde etmekten alı koymaz mı? Diğer taraftan Kuran’ı Kerim günümüze ulaşan tek el değmemiş kaynak olduğuna göre dini öğretileri Kuran’dan almamız gerekmez mi?
Cevap: Her ne kadar biri ya da birileri Kuran bize yeter deyip Peygamberimizin hadislerinin yazılmasını engellemiş olsa da ve yalan hadisler uydurulup o hazrete nispet edilse de Müslümanların Peygamberimizin hadislerine verdikleri değer ve önem neticesinde daha İslam tarihinin ilk asırlarında doğru hadisleri yanlışından ayırma çabası vardı ve günümüzde olarca ilim dalı hadis hakkında bulunmaktadır.  Örneğin Rical ilmi: Hadisleri nakleden şahısların hayatını inceleyip güvenilir şahıslar olup olmadığını inceleyen bir hadis ilmidir. Diraye ilmi: Hadislerin nakledilişine göre güvenirliliklerini ve doğruluğunu inceleyen hadis ilmidir ki yaklaşık olarak hadisleri 55 ten fazla kısma ayırmaktadır ve hepsinin değerini ve güvenilirliğini belirtmektedir.
Diğer taraftan Peygamberimiz genel bir kaide belirterek söyle buyurmuştur; ‘‘Kuran ile bağdaşan hadisleri alın ve Kuran ile çelişkili olanları çalın duvara.’’ Peygamber hiçbir zaman Kuran’ın aksine bir söz söylemeyeceği için Kuran’a ters düşen her hadis kesinlikle bilinmelidir ki Peygamberimize ait değildir. Elbette doğru hadislerin yanlışından ayrılmasını da ilim ehli olup hadis bilimcilerine bırakmak gerekir. Üzülerek söylemek gerekiyor ki insan hayatının diğer alanlarında sergilediği tutumları birazda dini eğiti ve öğretileri anlamada sergilese çelişkili bir sürü mesele hallolacaktır. Hasta olduğumuz zaman doktora gidiyoruz. Kanuni bir işimiz olduğu zaman avukata başvuruyoruz, elektrik arızası olduğu zaman tamirci çağırıyoruz. Ama dini meseleler gündeme geldiğinde ehline başvurmadan olayın detayını anlamadan kendimiz hüküm yürütüyoruz ve netice de olumsuz sonuçlar meydana geliyor.
‘‘Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorun !’’ (Nahl 43)
Evet şunu kabul etmek gerekir ki Müslümanlar gerçek manada Kuran’ın ve Peygamberin izinde gitmiş olsalardı bugün ne mezhep diye bir şey olurdu ne nede bir fırka meydana gelirdi. Bu olay İslam tarihinde kapanmaz bir yaradır. Ama hiç kimse kendini bu mezheplerin dışında tutamaz her ne kadar zahirde reddediyor olsada. Bundan dolayı en uygunu insanın bu mezhepler arasında en doğru olanını bulup ona tabi olmasıdır.
Diğer taraftan Peygamberimiz Allah’ın emriyle kendisinden sonra dini ve sünnetini koruyacak kimseleri belirlemiştir. Gerek Kuran ayetleri ve gerekse Peygamberimizin hadislerini dikkatlice ve hakkı ve doğruyu bulmak için araştıranlar, kalplerinden hastalık ve eğrilme olmayanlar Allah’ın izniyle hidayet nurunu bulur ve ona sarılarak onun aydınlığı doğrultusunda dünya ve ahret saadetine ulaşırlar.

Biz kısaca konu hakkında Kuran’dan birkaç örnek veriyoruz:
1 – ‘‘Allah’ım bizi dosdoğru yola hidayet eyle” (Fatiha 5)
Salebi Tefsir kitabında, bu ayetin tefsirinde şöyle naklediyor: “Allah’ım bizi dosdoğru yola hidayet eyle” ayetinin tefsirinde Müslim b. Heyyan Ebu Bureyde’nin şöyle dediğini duydum. Sırat’tan (Doğru yol) maksat Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehl-i Beyti’dir.”

2 -“Böylece sizi vasat bir ümmet kaldık ki, insanların üzerine şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun…” (Bakara 143)
Hafız Hâkim Haskani kitabında İmam Ali (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder: ‘‘İnsanların üzerine şahit olasınız” Kuran’daki bu ayetten kasıt; “Hz. Resulullah bize şahit ve biz de insanların üzerine şahidiz. Ve yeryüzündekilerin üzerine hüccetiz. Ve yüce Allah bizim hakkımızda şöyle buyurdu: ‘Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık

3- “Sizin veliniz ancak Allah, O’nun Peygamberi ve namaz kılan ve rükû halinde zekât veren müminlerdir. “(Maide 55)
Ehl-i Sünnet’in önde gelen tefsircilerinden olan Fahri Razi şöyle rivayet etmiştir: Ebu Zer dedi ki: “Bilin ki bir gün Hz. Resulullah ile birlikte öğle namazı kıldığımız bir sırada, bir dilenci mescittekilerden sadaka istedi fakat ona kimse bir şey vermedi. Bu sırada Hz. Ali rükû halindeydi. Elinin küçük parmağını ona doğru uzattı o parmağında yüzük vardı. Dilenci gidip yüzüğü hazretin parmağından çıkarıp aldı.”Bunun üzerine Hz. Resulullah Allah’a yakararak şöyle dua etti “Allah’ım kardeşim Musa sana dua etti ve  Rabbim gönlümü aç işimi kolaylaştır. Dilimdeki düğümü çöz ki, sözümü anlasınlar. Ailemden bana bir yardımcı ver. Kardeşim Harun’u… Onunla kuvvetimi arttır. Onu işime ortak et ki, seni çokça tespih edelim. Şüphesiz sen bizi görensin’ dedi. Sende ona! ‘Senin isteklerin sana verildi. Ey Musa diye vahiy ettin. Allah’ım! Bende senin kulun ve peygamberinim benimde gönlümü aç, işimde kolaylık sağla, ailemden Ali’yi, bana yardımcı ver, onunla kuvvetimi arttır.” Ebu Zer diyor ki: “And olsun Allah’a! Henüz Hz. Resulullah sözünü tamamlanmamıştı ki, Cebrail ‘’Sizin veliniz ancak Allah, onun peygamberi ve namaz kılan ve rükû halinde zekât veren müminlerdir.” ayetini getirdi.

4- “Dinde zorlama yoktur. Gerçekten hak, batıldan iyice ayrılmıştır. Tağutu inkâr edip, Allah’a inanan kimse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Ve Allah her şeyi duyan, bilendir”(Bakara 256)
Harezmî’nin naklettiği bir rivayette Hz. Peygamber’in (saa) İmam Ali’ye şöyle dediğini rivayet etmiştir: ‘’Sen kopmak bilmeyen sağlam bir kulpsun.”

5- “Peygamber (Rabbi tarafından) kendisine indirilene İman etti. Müminler de…”(Bakara 285)
Harezmî, Şafii âlimi Muhammed b. İbrahim Hamveyni’den oda Ebi Selma’dan dedi ki; Hz. Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Miraca çıktığımda yüce Allah bana dedi ki: ‘’Peygamber, (Rabbi tarafından) kendisine indirilene iman etti.’’ Bende dedim ki: ‘’MüminIerde’’ Yüce Allah bunun üzerine şöyle buyurdu; ‘Ey Muhammed! Sana selam olsun, sen doğruyu söyledin. Senden sonra ümmetine senin yerine geçmek üzere kimi seçtin?’Ben dedim ki: ‘Ehlimin en hayırlı olanını seçtim.  Bana buyurdu ki: ‘Ali bin Ebu Talib’i mi seçtin’   Ben dedim ki: ‘Evet, ey Rabbim!’Cenab-ı Hak bunun üzerine bana hitaben şöyle buyurdu: ‘Ey Muhammed! Yeryüzüne baktım: Seni seçtim. Sana isimlerimden bir isim verdim. Ben her zikredildiğimde sende zikredilesin. Ben Mahmud olanım, sen ise Muhammedsin, sonra bir daha yeryüzüne baktım ve Ali’yi seçtim, ona isimlerimden bir isim verdim. En yüce olan (Aliyyul Ala) benim, Oda yüce olan Ali’dir.
Ey Muhammed seni, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i nurumdan yarattım. Sonra da sizlerin velayetini göklere ve yeryüzüne sundum. Kim sizin velayetinizi kabul ettiyse zafere ulaştı ve müminlerden oldu. Kimde sizin velayetinizi inkâr eder ve kabul etmezse küfre ve dalalete saptı. “Ya Muhammed! “Bir kul, soyu kesilene kadar veya beli bükülene kadar bana ibadet etse dahi, bu haliyle sizin velayetinizi inkâr ederse onu kesinlikle affetmeyeceğim.

Bu hadisin benzeri bir hadiste Şia kaynaklarından olan İlel-uş Şerai c.1 s.46’da naklediliyor:
İmam Rıza babası İmam Kazım’dan oda babası İmam Sadık’tan oda babası İmam Bakır’dan oda babası İmam Zeynel Abidin’den oda babası İmam Hüseyin’den oda babası İmam Ali‘den Peygamberimizin şöyle buyurduğunu nakleder:  Allah benden daha faziletli ve daha üstün bir varlık yaratmamıştır.
İmam Ali (as) şöyle diyor; Peygamberden şöyle sordum; Ya Resulelleh! Sen mi üstünsün yoksa Cebrail mi?
Peygamber (saa) cevap verdi: Ey Ali! Doğrusu Allah Tebarek ve Teala, Nebiler ve Peygamberleri  mukarrep meleklerinden üstün kıldı. Beni de bütün Nebiler ve Peygamberlerden üstün kıldı. Ey Ali benden sonra fazilet ve üstünlük sende ve senden sonra (senin soyundan) gelecek olan imamlardadır. Melekler bizim ve bizleri sevenlerin hizmetçileridirler ki arşı ve etrafındakileri taşımakla yükümlü oldukları gibi Rablerini hamd ile tesbih ederler ve bizim velayetimize iman edenler için Allah’tan bağışlanma dilerler.
Ey Ali! Eğer biz olmasaydık Allah ne Âdem’i yaratırdı ne de Havva’yı, ne Cenneti yaratırdı ne de Cehennemi, ne göğü yaratırdı ne de yeri!
Biz meleklerden önce Rabbimizi tanıyıp ve onu tespih, tahlil ve takdis ettiğimiz halde nasıl olurda meleklerden üstün olmayalım. Allah Azze ve Celle’nin ilk yarattığı varlık bizlerin ruhlarıydı ve bizleri tevhit ve hamd ile konuşturdu. Daha sonra melekleri yarattı, melekler bizim ruhlarımızı tek bir nur olarak müşahede ettiklerinde onlara Allah’ı tesbih etmeyi hamd etmeyi ve Allah’tan başka ilah olmadığını öğrettik.
Daha sonra Allah Âdem’i yarattı ve bizi de onun sulbüne emanet bıraktı ve meleklere bizim azametimizden dolayı Âdem’e secde etmelerini emretti. Secde Allah Azze ve Celle’ye ibadet içindi ve bizim Âdem’in sulbün de olduğuz içinde onu ululamak ve Allah’a itaat etmek içindi. Bizler nasıl meleklerden üstün olmayalım ki hepside Âdem’e secde ettiler.
Ben miraç gecesi gökyüzüne götürüldüğümde Cebrail iki defa da ezan ve iki defa da ikame okudu. Daha sonra bana namaz kıldır ya Muhammed dedi. Ben senden öne mi geçeyim ya Cebrail dedim.
Cebrail evet, Allah Tebarek ve Teâlâ, Nebileri ve Peygamberleri meleklere üstün kıldı ve sana da özel bir üstünlük verdi. Ben öne geçtim ve meleklere namaz kıldırdım ve bununla da övünmüyorum.
(Miracta) Rabbimle mülakat ettiğimde bana ya Muhammed diye seslenildi. Ben, Lebbeyk ya rabbi! Dedim.
Cevaben bana şöyle denildi: Ey Muhammed! Sen benim kulumsun ve bende senin rabbinim. Yalnız bana ibadet et ve yalnız bana tevekkül et! Sen kullarım arasında benim nurumsun ve yarattıklarım arasında benim resulüm ve hüccetimsim. Cennetimi sen ve seni sevenler için yarattım. Cehennemi de sana karşı gelenler için yarattım. Senin vasilerine izzet ve keramet vereceğim ve senin taraftarlarına da (senin yolundan gittikleri için) sevap vereceğim.
Dedim ki Ya rabbi benim vasilerim kimlerdir?
Cevap verildi; Ya Muhammed! Vasilerinin isimleri arşımın alt kısmına yazılmıştır. Ben arşın altına baktığımda 12 tane nur gördüm. Her nur üzerinde yeşil bir yazıyla vasilerimden birisinin ismi yazılıydı. Onların ilki Ali b. Ebu Talib ve sonuncusu da ümmetimin hidayetçisi Mehdi’ydi.
Dedim ki ya rabbi benden sonra vasilerim bunlar mıdır?
Cevap verildi; ey Muhammed! Bunlar benim velilerim, dostlarım, seçtiklerim ve senden sonra kullarıma olan hüccetlerimdir ve onlar senin de vasilerin, halifelerindirler ve senden sonra insanların en hayırlılarıdırlar. İzzet ve celalime andolsun ki onların sayesinde dinimi (diğer dinlere) üstün kılacağım, onların sayesinde dinimi (kelimemi) yücelteceğim ve onların sonuncusunun vasıtasıyla yeryüzünü düşmanlarımdan temizleyeceğim. Onu doğunun ve batının hâkimi kılacağım ve rüzgârları onun emrine vereceğim zorlu bulutları ona baş eğdireceğim ve ordularımla yardım edeceğim ve meleklerimi onun imdadına salacağım ta ki davetim yücelsin ve yarattıklarım benim tevhidim üzerinde birleşsinler. Daha sonra onun hükümetini devamlı kılacağım ve kıyamet gününe kadar hükümet benim velilerimde olacaktır.’’

Onlarca Kuran ayeti olduğu gibi Peygamberimizin yüzlerce hadisi şerifi de kendisinden sonra dinin, hakkın doğru yolun öğrenileceği kimseleri açıklıyor ve biz yalnız bir kaç tane örnekle yetiniyoruz:

‘‘Ben sizin aranızda iki paha biçilmez ağır emanet bırakıyorum. Birisi Allah’ın kitabı Kuran ve diğeri Ehli Beytim’dir. Eğer bu ikisine sarılırsanız asla dalalete düşmezsiniz, Kevser havuzunun yanında bana ulaşıncaya kadar.’’

‘‘Ehli Beytim Nuh’un gemisine benzer. Ona binen kurtulur ve ondan geri kalan ise boğulur.’’

‘‘Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır. Kim ilim şehrine girmek isterse kapıya müracaat etsin.’’

İşte yukarıda değindiğimiz gibi Allah Teala dinini sahipsiz ve koruyucusuz bırakmadı ve Peygamberimizin eliyle atadığı pak ve temiz ve seçkin insanları dinin koruyucusu, açıklayıcısı olarak seçti. Kim doğru olarak Kuran’ı anlamak ve Peygamberin sünnetini öğrenmek istiyorsa onlara müracaat etmesi gerekir. Nitekim Hz. Ali buyuruyor: ‘‘Peygamber bana bin tane ilim kapısı öğretti ki her birinden bin tane daha ilim kapısı açılıyor.’’ Yine Hz. Ali buyuruyor: ‘‘Sorun benden beni kaybetmeden önce. Andolsun Allah’a ki hangi Kuran ayetinin nerde ve kimin hakkın nazil olduğunu biliyorum.’’

Allahım Bizleri Dünya ve Ahirette Muhammed ve Ehli Beyt’inden ayırma!

Özgür Arapoğlu
The following two tabs change content below.

Özgür ARAPOĞLU

Latest posts by Özgür ARAPOĞLU (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.