AleviSesi

Alevilik, Hz. Ali (a.s)'ın yolundan gitmektir.

Makaleler

Kur’an Açısından Din ve Onun Temel Esasları

Bundan yaklaşık  on dört asır önce karanlıkları aydınlatan bir ışık gibi doğan yüce İslam dini getirdiği öğretileriyle insanlığın hidayet meşalesi olmuştur adeta.Semavi kitabımız Kur’an-ı  Kerimlede çok ilginç ilmi bir zenginliğe sahibiz.Varlık aleminin sırlarını ve insan hayatındaki gerçekleri bütün karışıklık bilinmezliklerine karşın apaçık bizlerin gözleri önünde çözümlemiş anlayabilmemiz için anlaşabilecek  bir hale koymuş veya hiç değilse iddia ediyoruz (demeliyiz). Kendimizi yaşam programını hazırlamada  tam anlamıyla mutlu manevi yüceliş ve olgunluk haddini tamamlamada  her şeyden zengin ve ihtiyaçsız  bir toplum  olarak farzediyorduk.

Fakat ne yazık ki Asr-ı Saadet dönemindeki iç anlaşmazlıklar; bilimsel  zenginliklerin çıkarılması ve hayat gerçekleri üzerinden bilinmezlik  perdelerinin kaldırılması için harcanması gereken üstün çalışmaları asıl merkezinden uzaklaştırdı ve başka bir yöne sevketti.

Müslümanlar Kur’an-ın apaçık hükümlerine amel edecekleri yerde, sosyal bir düşünceye sahip olacaklarına, İslam  toplumunun istek ve arzularını kendi istek ve arzuları bileceklerine kendi kişisel arzularına uyup bir birlerine düşmüşlerdir.Neticede şok kısa bir süre içerisinde İslam’ın belli yüzde yüz özgürlük yöntemi  ve yönetim biçimi karanlık bir Kayser ve Kisra imparatorluğuna dönüştü zulüm,sitem ve zorbalık bağları İslam toplumunun elini kolunu bağladı.

Elbette bu padişahlar kendi işlerini yürütürken halkın zaaf ve püf noktalarını biliyorlardı.Bu bakımdan halk içerisinde saygın olan bir gurup dünya düşkünü kimseyi kendi etraflarına çekip onları kullanarak bütün İslam’i değerleri halkın zihninden söküp attılar ve yersiz gerçek dışı düşünceleri onlara aşılayarak onları oyaladılar.Bu siyaset neticesinde halk özgür olan ( ve Allah’tan başkasına boyun eğmeyi reddeden ) İslam’i anlayışı eski devir kölelerinin yaşayışı olarak yorumlamaya başladılar. Mukaddes İslam Dinini zamanın padişahlarının zorbalıkları ,dini sosyal adalet ve güvenliği ise zamanın padişahına karşı baş kaldıran kimseleri bastırmak ,karşı sesi boğmak şeklinde niteliyorlardı.

Kur’an-i gerçeklerin hakikati bu zorba güçlerin çalışmaları sonucu kelimeler , harfler nükteler ve ilkel anlaşmazlıklar sonucu ortaya çıkan çeşitli dini  taassuplarla dolu bir takım sohbetler aşamasında kaldı.Eğer biri (yada birileri)  vicdanının çağrısına uyup ta Kur’an-i gerçekleri dile getirecek olsa cevabı kılıcın keskin ucu ,idam sehpası  ve karanlık zindanların ücra köşelerinde onu beklemekte olan işkence masaları oluyordu.Tüm bunlar apaçık bir gerçektir ki hiçbir insaflı tarihçi bu gerçeklerin  üstünü örtmeye çalışmamalı ve görmezden gelmemelidir.

Neticede İslam toplumu ahlaki çöküşe ,fikri zayıflamaya düçar oldu ve cehalet bataklığına sürüklenmeye başladı.Daha bu durum uzun sürmeden  Avrupa medeniyeti her bakanın gözünü kamaştıran süsü ile batıda doğdu.

Avrupalılar en korkunç ve tehlikeli zulüm ve sömürü silahları ile-ki onların başında nefsani heva ve hevesler kisvesine bürünen özgürlük ,daha önemlisi propaganda geliyordu- silahlandı. En etkili araçlarıyla bizdeki ilmi düşüncenin ,yaşam tarzının dünya piyasasında artık hiçbir değerinin kalmadığını söylediler. (Doğru)Düşüncenin Avrupalıların düşüncesi,(doğru)yaşam tarzının Avrupalıların yaşam tarzı olduğunu vurguladılar. İnsanın yaşam  süresinde gelişmesi,olgunlaşması için tek yolun Avrupalıların gittiği yoldan gitmek,onların düşündüğü şekilde düşünmek gerektiğini kayıtsız şartsız onlara uyarak körü körüne Avrupalıların gittiği yoldan hareket etmekten başka bir alternatifin olmadığını bizlere empoze etmeye başladılar.

Bu empozenin neticesinde ,yüzyıllardır zayıflamaya  ve çöküşe doğru yönelen bizlerin büyük bir çoğunluğunun düşünce bağımsızlığı tamamen yok oldu.Çalışma  ve irademizden arta kalanların  tümünü kaybettik.Artık bizlerin gözünde batılılardan başka insan ,batıdan başka bir dünya, Avrupa’nın mevcut durumundan başka bir yaşam ve onların (maddi ve) materyalist yöntemlerinden   başka  bir mutluluk yolu bulunmuyordu.

Yöneticilerin,toplum liderlerinin  ve aydınlarımızın mantığı şu olmuştu; Artık bugün uygar dünya (Avrupa) dini geleneklere bağlı değildir.Mevcut kurallarımız dünyanın hoşgörüsüne uygun olmalıdır. Filan kimse aydındır (yani Avrupalılar gibi kendini dini düşüncelere kaptırmamıştır).Bu sözlerin benzeri günümüz toplumunda çok fazladır.

Hatta bugün işi o dereceye vardırdık ki , dinimizin geçmiş tarihini,İslam’ın gerçeklerinin yorumunu ve onlar hakkında hüküm verilmesini dahi batılılardan sormamız ve onlardan öğrenmemiz gerekir oldu;İslam’ın manası nedir? İslam hangi mektep temeline dayalıdır? İslam’i bilim  ve kanunların değeri nedir? Onun (insan) hayatının mutluluğundaki etkisi nasıldır?

Kısacası Avrupalıların düşüncesinden anlaşılan ve tahrif olmuş bizim eksik bilgilerimizin (belli) bir ölçüye kadar  doğruladığı şey şudur;Din bir takım teşrifi(törensel) amellerdir,ölümden sonra insanı mutlu kılar,temel esası Allah’a dayalıdır. Şöyle ki eski çağlarda yaşayan ilkel insanlar dünyada neden ve etkilerini bilemedikleri bir dizi hadiselerle (semavi olaylar ,deprem,tufan ,salgın hastalık vs) karşılaşıyorlardı. Neticede alemlerin Rabbi adında tabiat üstü bilinmez bir nedeni ispatlamaktan (ve kabul etmekten) başka çareleri  kalmıyordu.

Bu açıdan elde edilecek sonuç şudur;Beşerin , bilimde ilginç ilerlemeler kaydetmesiyle bu bilinmezlerin büyük bir bölümünü çözümlediği ,geriye kalan çok azının ise çözümlenmek üzere olduğu bu dönemde artık din ve gelenek için hiçbir esas kalmıyor.İnsan ona umut bağlamak ve ondan korkmakla bir takım dini kurallar karşısında teslim olmuyor.Artık din ,bir takım gerçek dışı amellerden, (teşriflerden) başka bir şey sayılamaz

Eğer din için gerçek bir esas bile farzedilse,dini kuralların, hüküm ve yargıların ölümden sonraki dünyaya  ait olduğu ,onunla ilgilendiği için bu dünya hayatı ile ilgisi yoktur. Bu dünyada sırf  törensel, gösterişli bir yöne sahip olacaktır.Bunun için yaşam sorunlarını ,bilim ve çağın isterleri  yoluyla çözümlemek gerekir; eski çağın anısı olan din ve taklit mantığı ile değil.

Elbete biz –sözde-bir taraftan tabiata karşı mücadele vermek,azgın maddeyi  uysallaştırmak  ve uzayı kontrol altına almakla meşgul olup diğer taraftan günümüz dünyasında karışık siyasetlerle meşgul olup, karışıklıklarla baş başa kalan ve başka bir diğer taraftan Ortaçağda (uygulanan zorbacı) kilise kanunlarının tadının  hala ağızlarından gitmeyen kişilerden bundan daha iyi görüş ve yorum bekleyemeyiz!…

Ancak şu var ki Kur’an-ı Kerim dini bambaşka bir anlamda yorumlamış,onun temelini ayrı bir şekilde tanımlayarak kendi hedefini ,maksadını açıklamada ve ispat etmede bambaşka bir mantıktan yararlanmıştır. Şöyle ki biz en küçük bir şüphemiz olmaksızın fıtri bilinç ve Allah vergisi vicdanımızla varlık aleminin akışını ve yaratılmışlar nizamının dolanışını hiçbir ayırım gözetmeksizin nedensellik kanunu üzerine olduğunu anlıyoruz. Bir gün yokken başka bir gün ortaya çıkan bir olayın kendi kendine ve nedensiz olarak vücuda geldiğini, alemin bir parçası olduğunu kabul edemeyiz.

Bu denk ve uyum meselesi gereğince alemin bütün parçalarının bir olayın meydana gelmesinde ve yaşamının devam etmesinde etkili olması ve himaye etmesi hususunda (her ne kadar küçük dahi olsa) şüpheye kapılmayız. Alemin zerrelerinden küçük bir zerrenin hareketi ve kımıldanışı çok üstün fevkalade bir kudrete sahip olan alemin parçalarının varlığının etkisi ve hükmü altındadır.Bu olayda bütün alem varlıklarının olayları ve bizim zihnimizin idrakinden uzak olan bütün geçmiş olaylar ortaktırlar. Bu bilim ve felsefenin en açık bir şekilde ortaya koyduğu bir gerçektir.

Neticede kaçınılmaz olarak şöyle dememiz gerekir:İnsan bütün alemle ilgili (ve bağlantılı) olan bir varlıktır. Öyle ki kendiliğinden hiçbir bağımsızlığa  sahip olmayıp ;bütün varlığı,iç yapısı, davranışları işi ve genel olarak yaşamı kendisinin de bir parçası olduğu sınırsız, sayısız varlık aleminin tesir ve etkisi altında bulunmaktadır.

İnsan kendi varlığında bir damla su gibidir.Uçsuz bucaksız denizin bir parçası olup, o denizin kükremiş dalgaları arasında,kendinden en küçük bir karşı koyma ve itaatsizlik göstermeden, hiç bir imtiyazı olmaksızın tam bir düşkünlükle boyun eğip itaat etmektedir.Doğrusu ne kadar gülünçtür ki biz insanlar, bağımsız olduğumuzu ve tabiata karşı mücadele ettiğimizi ,bu geniş alemi kendi kontrolümüzün altına almak istediğimizi ve günün birinde bu konuda başarılı olabileceğimizi zannediyoruz. Sürekli bu tatlı rüyalar içinde kanat açmış uçuyoruz.

Hangi bağımsızlık? Hangi arzu? Nasıl bir mücadele, zafer ve galebe? Halbuki güçsüz varlığımızı, düşünme gücümüz, fikir ayarlamamız, algılarımız, biriktirdiğimiz maddeler, kullandığımız araçlar, elde ettiğimiz her yeni sonuç; bütün bunlar sonsuz alemin hayret verici etkisi altındadır, kısacası onun oluşturduğu bir şeydir.

Bizim seçim ve irademiz de alemde etkili olan yüzbinlerce neden ve etkenlerden bir parçadır.Bununla birlikte yaratılış nizamının araçlarındandır da.Böylesi şairane iddialar (tabiatla mücadele ediyoruz ve onu kendi istek ve arzularımız doğrultusunda uysallaştırıyoruz), yaşantısında uğradığı mahrumluklar  ve yoksulluklardan dolayı rahatsızlanan, yaratılış düzeni ve yaratanı eleştirmeye başlayan ;bu benim varlığım niçin elimden gitti ? Niçin beden sağlığından mahrum oldum ?Yüreğimin bir parçasını tek sevdiğimi kaybettim? vs.. gibi şeyleri sayıklayanların iddiasına benziyor. Bu zavallı kimseler,alemleri yaratanın karşısında bağımsız olduklarını , hatta yaratıcının dahi karışamayacağı haklara sahip olduklarını zannediyorlar. Kendilerinin ve sahip oldukları her şeyin ve bütün varlıkların alemleri yaratana ait olduğundan ,sahip olduklarını zannettikleri hakların ve bağımsızlığın,bir hayal duvarını bile aşamayan bir takım gerçek dışı düşünceler olduğundan habersizdirler.

Kısacası insan,yaratılmışlar aleminin bir parçası olup bu nizamın mahkumudur.Her olayı ortaya çıkaran, onu olgunluğa, eksikliklerin giderilmesine hidayet eden bu nizamdır.(Musa- Rabbimiz her şeyi yaratan ve hidayet edendir dedi.) -Kuran’ı Kerim-

Buğday tanesini güçlü kılan ,onu faaliyete geçiren ,bir şekilden başka bir şekle değiştiren ve sonunda onu başaklı bir gövde haline getiren odur. Güçsüz zayıf bir tohumu güçlü bir ağaç yapan O’dur.Yine alemin bütün parçaları arasında geçerli kıldığı ölçü ve denge aracılığı ile her bir varlık için bir olgunluk ve gelişme yolu kılmıştır. O varlık eğer bu yol doğrultusunda olursa alemin bütün parçaları onunla uyum içerisinde olur. Aksi taktirde çelişkili bir yaşama düşer.Alemin diğer bütün parçalarının onunla olan muhalefeti  ve mücadelesi ile karşılaşır ve doğanın akımına girmeye zorlanır ki aksi takdirde yok olup gitmeye mahkumdur.

Yaratılmışların bir parçası olan insan içinde yaratılış düzeni, özel bir yapı hazırlamış ve insana ait özel bir yaşam tayin etmiştir.İnsan sahip olduğu özel yeteneklerle kendi vücudundaki eksiklikleri gidermekte; mutluluk ve olgunluğa erişmeye çalışmaktadır. Elbette onun yaratılışın gereğinin toplumsal yaşam olduğu açıktır

Kur’an-ı Kerim insan hayatının ebedi bir hayat olduğunu,ölümle sonuçlanmadığını bildiriyor. (Deki: Allah, sizi diriltir, sonra öldürür, sonra da sizi, şüphe olmayan kıyamet günü toplar. -Casiye 26) “(Allah), her şeye yaratılışını veren, sonra da  yolunu gösterendir.-Taha 30-“ “Artık yüzünü tam (olarak) doğru dine döndür.Allah’ın ilk yarattığı (tevhid) fıtratı ki insanları o fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında hiçbir değişme yoktur.işte budur doğru din!… –Rum 30 –

Daha önceki sözlerimizden,dinin Kur’an mantığı açısından bir sosyal hayat metodu olduğu anlaşıldı. Elbette insan hayatı, ölümden önceki dünya hayatıyla kısıtlı değildir. Bundan dolayı din, hem insanın dünyevi mutluluk ve saadetini temin edebilecek kanun ve kuralları içerir hem de ahiret saadetini temin eden bir takım inanç, ahlak ve ibadi kuralları kendisinde barındırır.

Ayrıca dinin temelinin,insandaki kayıtsız şartsız duygu ve meyillerin değil; yaratılış nizamının olması gerektiği belli oldu.Yani insan yaratılışında ihtiyaç duyulan şeylerin giderilebilmesi için  sosyal bir yöntem olan din aracılığı ile ve adaletli bir şekilde çalışması gerekir;insanın arzu ettiği meylinin istediği gibi değil. Elbette buda  da yaratılış düzeninin onayıyla .Zira insanın gerçek arzusu,yaratılış düzeninden kaynaklanan, ilham alan şeydir; cehalet sebebiyle meydana gelen bir takım nefsani vehim ve düşünceler değil

Daha açık bir ifadeyle Kur’an-ı Kerim açısından, insani bir toplumda hakkın getirdiği şey uygulanmalıdır; duyguların gerektirdiği şeyler değil!… “…kim benim doğru yoluma uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz.Kimde benim zikrimden (doğru yolumdan) yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır…-Taha 123,124-

Bu bakımdan İslam Dini,toplumda,toplum fertleri haklarına hiçbir ayırım yapmadan, herhangi bir istisna gösterilmeden riayet olunması gerektiğine inanır. Fakat zorbacı zulüm düzenleri, toplumda, sırf tek bir komutanın, padişahın vs. isteklerinin uygulanması gerektiğine inanır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.