AleviSesi

Alevilik, Hz. Ali (a.s)'ın yolundan gitmektir.

Makaleler

İki Emanet Hakkında Deneme

İki Emanet; Kur’an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt

Değerli kardeşlerim, her zaman olduğu gibi bütün hamdler yalnız Allahu Teala’ya mahsustur. Selam olsun Hz. Muhammed Mustafa’ya ve selam olsun O’nun tertemiz Ehl-i Beyt’ine diyerek başlıyorum.

Konumuz bilhassa biz Alevilerce de çokça sözü edilen iki emanet üzerine olacaktır.

Bir defa Allah Resulü İslam Dini’nin ilelebet insanlığın şahadeti için kalıcı olması bakımından neden bu iki emaneti vasiyet etmiştir? Ona bakalım. Öyle ise ilk olarak bizim aklımıza sadece Kur’an ve Ehl-i Beyt gelmekte. Oysa hayatımızın her yerinde insanın ikiye ihtiyaç duyduğu apaçık bilinmektedir. Birkaç örnek verirsek. Bütün bilim çağında kullandığımız tüm araç ve gereçler, artı ve eksi olan ikiyle işe yaramaktadırlar. Bunların dışında gece ile gündüz karanlık ile aydınlık. Hak ile batıl yer ile gök, acı ile tatlı diye siz bunları çoğaltabilirsiniz. Demek ki hem bütün Nizam-ı Alem’in doğasında ve hem de insan hayatında iki çok önem arz etmektedir.

İnsanın gelişmesi öğrenmesi de, kitap ve öğretmenler olarak bu ikiye bağlıdır. Eğer bunlardan biri olmazsa kamil bir insan olmak çok zordur. Akıl ve mantık bunu böyle kabullenmektedir. Yukarıda örnek olarak vermeye çalıştığımız bu iki kavramların ikisinin de ağırlıkları aynıdır. Biri olmadığı zaman diğeri de verimli olmamaktadır.

Buraya kadar verdiğimiz örnekler işin zahiri tarafıdır. İşin ilahi tarafıysa çok daha farklıdır. Diyelim ki işin zahiri tarafında bir çok ilim ve bilim adamları herhangi bir konuda fikirler üretir, buluşlar bulur. Bunları kitap olarak oluşturur. Bunları insanlığa sunabilir ya da daha ileri gider dünya üzerinde teoriler üretip bu yolda insanlığa faydalı olmaya çalışır. Tabidir ki burada insanlığa faydalı olanlar olduğu gibi zararlı olanlar da olmuş olabilirler. Ancak ilahi emir söz konusu oldu mu, burada anlatılan iki emanet tüm insanlığın yaratılış gayesine yarayan ve yakışan, ne varsa tamamını kapsamına almaktadır. Bunun içindir ki alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa, ben size iki değerli emanet bırakıyorum, bunlardan birisi Kur’an-ı Kerim diğeri benim Ehl-i Beyt’imdir demiştir.

Allah resulünün buradaki gayesi bir beldenin, bir devletin ya da bir kabilenin çıkarlarını korumakla sınırlı değildir. Onun amacı insanlık var oldukça onlara huzur ve saadet vermektir.

İşte Allah Resulüne göre bu verilecek olan saadetin ölçüleri de Kur’an-ı Kerim emanetinde birincisidir.

Ali İmran Suresi Ayet 103’de buyurur ki, “Ey inananlar, hep birden Allah’ın sağlam ipi olan Kur’an’a sımsıkı sarılın. Hani hatırlayın Allah’ın size verdiği o nimeti ki sizler birbirinizle düşmandınız da Allah onunla kalplerinizi uzlaştırdı da siz de bu sayede kardeş oldunuz. Oysaki içinde ateş dolu bir çukurun tam kenarındaydınız. İşte doğruyu bulasınız diye delillerimizi böyle açıklamaktayız.”

Görülüyor ki Allahu Teala kurtuluş yolu olarak Kur’an-ı Kerim’i doğru yol olarak göstermektedir. Mübarek ayetin hükmü açıktır, delalette olan herkesi kapsamına almaktadır.

Araf Suresi Ayet 2’de buyurur; “Ey habibim bu öyle bir kitaptır ki insanları uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirildi.”

Hud Suresi Ayet 2’de buyurur; Bu öyle bir kitaptır ki, O’nun ayetleri delillerle sağlamlaştırılmış sana bildirilmiştir. O hüküm ve hikmet sahibi Allah katında inmiştir.”

Görülüyor ki Kur’an’a karşı tereddüde hiç yer bırakılmamıştır.

İnsan biraz olsun düşündü mü kabul eder ki Allahu Zülcelal yer yüzünün halifesi olarak yarattığı insanı şüphesiz başı boşta bırakmayacaktır. Bu yüzdendir ki insanlık için bir çok peygamberler, elçiler göndermiştir. Ancak Hz. Muhammed Mustafa, son peygamberdir. Kur’an-ı Kerim’de ilahi son kelamı olması sebebiyle ilelebet kalması gereken bir kitaptır. İnsanlık bu sayede kemale erecektir. Ne yazık ki İslamiyetin yönetimi saltanata dönüştüğünden birinci emanet olar Kur’an-a evet demişler ama ikinci emanet olan Ehl-i Beyt’e ters düşmüşlerdir. Bana göre Ehl-i Beyt’e tabi olsalardı Müslüman ülkelerin durumu çok daha farklı olacağı gibi yeryüzünde başka din de kalmazdı diyorum. Fakat Allah’a şükür ki Kur’an-ı Kerim bütün olanca canlılığını koruyor. Söylendiğine göre dünyada otuzun üzerinde dünya üzerinde araştırma yapan farklı da olsalar teoriler yazan filozoflar vardır. Sayısız ilim ve bilim adamlarının yazdıkları çok değerli eserleri de insanlığın hizmetine sunmuşlardır. Bütün bunların içinde çok yararlı olanlar olabileceği gibi zararlı olanlar da olmuştur. Bu yüzdendir ki insanlığın çoğunluğu mutlu değildir. Netice ne olursa olsun bunların hiçbirine mucizedir diyen olmamıştır. Çünkü neticede o eserleri yazanlar, insanlar ama Kur’an-ı Kerim böyle değildir. Kur’an-ı araştırıp da O’na mucizedir diyenler arasında her zaman bir ittifak var olarak günümüze kadar gelmiştir.

Bu örnekleri Amerika’da, İngiltere’de, Fransa’da ve diğer Avrupa ülkelerinde de görmek mümkündür ki bunların ekseriyeti ilim ve bilim adamlarıdırlar. Bu yolda İslam’ı kabul edenler Müslümanların içinde bulundukları durum ve tavırlarından değil de Kur’an-ı Kerim’in bu gibi mucizevi hikmetlerinden etkilendikleri bilinmektedir. Oysaki Ankebut Suresi Ayet 48’de buyurur ki; “Ey habibim, hani sen bundan önce hiç kitap okumazdın, hiç yazı da yazmamıştın. Şayet öyle olsaydı inkar edenler mutlaka senin hakkında şüpheye düşerlerdi.”

Görülüyor ki 1400 senedir bunca insanlığı dize getiren Kur’an-ı Kerim’in gelmesine vesile olan Allah’ın Resulü o asırda okur yazar bile olmadığı haber verilmiştir.

Aslında düşünen bir insan için bunun kendisi de bir mucizedir ki, bir insanın hiçbir okuldan okumadan söylediklerine Kur’an-ı Kerim desinler. Ama o da ilim ve bilim çağı olan şu günümüzde olanca canlılığını korumuş olması da elbette düşündürücüdür.

Kur’an-ı Kerim’in bazı surelerinin başında rumuz harfleri vardır. Bu harflerin Kur’an üzerindeki önemini şöyle arz etmişler ki buyurur; “Elif Lam Mim. Bu öyle bir kitaptır ki ondan hiç şüphe yoktur. O takva sahiplerine yol gösterir” buyurur. “Elif Lam Ra. Bu öyle bir kitaptır ki ona inananları karanlıklardan aydınlığa çıkarır” buyurur. “Elif Lam Mim. İşte bunlardır beyanından hikmet hükümlerinde ise metanet bulunan kitabın ayetleri.”

Burada şunu anlamamız gerekir ki, alemlerin Rabbi olan Allah cc. Yarattığı insanı hiçbir dönemde başı boş bırakmamıştır. Bunun içindir ki Kur’an-ı Kerim hakkında teminat vermektedir ki onu değiştirmeye bir benzerini getirmeye kimsenin gücü yetmemiş ve bundan sonra da yetmeyecektir.

Bakara Suresi Ayet 24’de buyurur ki; “Şayet kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz bu Kur’an’da şüpheniz varsa o zaman siz de O’na benzer bir sure getirin Allah’tan başka tanıklarınızı da çağırın. Ancak bunu asla yapamazsınız. Öyle ise sakının inkar edenler için hazırlanan ateşten” demiştir.

Bu mübarek ayetten de şunu anlıyoruz ki Allah cc. Adeta meydan okumaktadır. Zaten insan iyi düşündüğünde, şayet Kur’an-ı Kerim’in benzeri mümkün olsaydı bugüne kadar nice kitaplar, nice peygamberler ortaya çıkarlardı ki bugün bu gerçeklerden de söz etmemiz mümkün olmazdı. Neticede zaman zaman bu gibi iddialarda bulunanlar olmuşlarsa da hiç biri kabul görmemiş, bundan sonra da görecek değildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim ilelebet korunacağını kendisi beyan etmiş insanlığa da bildirmiştir. Allahu Teala için bunlar hiç de zor değildir.

Hz. Ali buyurur ki; “Kur’anla olan bir kimse bir fazlalık bir de eksiklikledir. Bilgisi fazlalaşır körlüğü azalır” demiştir.

Şunu biliyoruz ki bugün baktığımızda kainatın oluşumu hakkında teoriler yazıp çizenler bilhassa 17. yüzyıldan sonra kendilerinden söz ettirenler olmuşlardır. Ama gelin görün ki aslında bu gibi haberlerin benzerini Kur’an-ı Kerim şöyle bildirmektedir:

Enbiya Suresi Ayet 30’da buyurur; “Onlar hiç görmezler mi ki bir zamanlar o gördüğünüz göklerle yer biridi de biz onları ayırdık. Her şeyi de sudan yarattık, hâlâ mı inanmazlar.”

Başka bir ayet buyurur; “Bütün bu işleri yapan öyle bir Allahtır ki, güneşi, ayı, yıldızları yarattı da onlar dönüp durmaktalar.”

Başka bir ayet buyurur; “Hani o gördüğünüz dağları siz yerinde duruyor biliyorsunuz oysa onlar da hareket halindedirler” demektedir.

Burada açıkça anlaşılıyor ki dünyanın nasıl oluştuğunu, güneşin, ayın, yıldızların da hareket halinde olduklarını o gördüğümüz dağların da Dünya ile beraber döndüğünü anlaşılır bir şekilde haber vermektedir. Bu konuda daha geniş bilgi, ‘Ben Bir Aleviyim’ kitabımda vardır. Kur’an-ı Kerim; “Biz gökyüzünü korunmanız için tavan yaptık” demesi. Bugün sıkça duyduğumuz ozon tabakası delindi delinecek dediklerinin bir haberi olsa gerektir demek lazımdır.

Rahman Suresi Ayet 33’de buyurur ki; “Sizler ölümden kurtulmak için göklerin ve yerin sınırlarını çıkmaya gücünüz yetiyorsa çıkın gidin ama gidemezsiniz. Ancak elinizde bir kuvvet bir kudret olmadıkça.”

Burada Allah cc. Açıkça yol gösteriyor ki sizler bu sınırları ancak bir kuvvet ve bir kudretle aşabilirsiniz diye insanı uyarmaktadır. Aklıselim bir insanda düşünür ki 1400 sene önceden dünyanın sınırlarını aşmak bir kuvvet ve kudreti araştırmak imkanı yoktur. İşte hikmet buradadır. Ne gariptir ki Müslümanlar ikinci emanet olan Ehl-i Beyt’e sahip çıkmadıkarından dolayı diğer milletler çok sonradan bu kuvvet ve kudretin ne olduğunu keşfetmişler. Bugün ayı da yıldızları da gezmekteler. İşte Allah Resulü bunun için Kur’an ve Ehl-i Beyt’ini beraber emanet bırakmıştır. Çünkü Kur’an-ın sırlarını en iyi bilen onlardır.

Secde Suresi’nde buyurur ki; “Sizler nasıl olur da yaratıcınızı inkar edebilirsiniz. Öyle bir Allahtır ki yerde ve göklerde ne varsa 6 günde yarattı” demesi. Ciddiye alınmaz mı? Allahu Teala tüm insanların parmak çizgilerinin ayrı ayrı yaratıldığını haber verirken, insanın da öldükten sonra hesaba çekileceğini de haber vermektedir. Allah’ın buna gücü vardır demek lazımdır.

Enbiya Suresi Ayet 16’da buyurur; “Ey insanlar bilin ki o gördüğünüz yer ile gök arasında ne varsa onları boş yere eğlence olsun diye yaratmadık” der.

Buradaki maksat yer ile gök arasında ne varsa onlardan istifade edip yararlanmamız için insanı araştırmaya dikkati çekiyor.

Yine Aynı Suresinin Ayet 31’de buyurur; “Bu dünyanız insanlarla beraber çalkalanmasın diye metin dağlar yarattık. Bu dağların arasında kolaylık olsun diye yollar açtık.”

Hicr Suresi Ayet 22’de buyurur; “Biz rüzgarları, bitkiler için aşılayıcı olarak gönderdik. Bitkilerin canlanması için gökten yağmur yağdırdık. Bu sayede sizi de suya kavuşturduk. Düşünün ki, bu işleri yapan koruyan siz değilsiniz.”

Görülüyor ki bu mübarek ayetlerdeki hikmet dolu kelimelerin tamamı insan hayatını ilgilendiren bilimle ilgili olan ayetlerdir. Bitkilerin meyvelerin, rüzgarlarla çiftleşerek döl verdiğini söylemesi bu gün söylenen bilimle aynıdır. Bunların her biri araştırmak, bilmek işidir. Bu vermeye çalıştığımız ayetlerdeki hükümler bugün söylenenlerle asla çelişmemektedir. Ancak var olan çelişki şudur. Bütün Allah’ın seçkin kulları olan peygamberler, imamlar, aklı selim bilim adamları, bu nizamı alemi yerli yerince tertibi olarak yaratan Allahtır derken, Bir kısım insanlar da bunu tesadüfe atfetmişlerdir. Oysaki tesadüfün aklı yoktur. Tesadüf ile tertip asla oluşmaz bu görüş akla da bilme de ters düşmektedir demek lazımdır.

Nur Suresi Ayet 45’de buyurur ki; “O öyle bir Allah ki her canlıyı sudan yarattı da onlardan karnı üzerinde yürüyenler ve ayakları üzerinde yürüyenler var. İşte Allah dilediğini dilediği gibi yaratır” demiştir.

Rahman Suresi Ayet 19’da buyurur ki; “Rabbiniz iki denizi bir araya salmıştır, neredeyse kavuşacaklar fakat bir aralarına bir berzah koyduk. Böylece onların karışmasını önledik. Onlar Rablerinin izniyle karışmazlar. Acaba inkar edenler bunları hangisini inkar edebilirler” demiştir.

Bu mübarek ayetin hikmetini dünya alem biliyor ki denizleri araştıran kaptan Kusto, bu mucizeyi Akdeniz’de Atlas Okyanusu’ndaki su kütlesini incelerken bu sırrı Cebeli Tarık Boğazı’nda fark etmiş, bunun neticesinde de Müslüman olduğunu söylemiştir. Ayrıca Alman bilim adamlarının da aynı türdeki su engelini Aden Kürfeziyle Kızıl Deniz’inin birleştiği Babül Menat Boğazında da aynı benzerliğe rastlandığı da söylenmiştir. Bütün bunlar birer araştırma işidir. Ne var ki o devirde böyle bir araştırmanın yapılmış olacağı alken mümkün görünmemektedir. Kur’an-ı Kerim insanı Salih amele, takvaya daha doğrusu insan olmaya teşvik etmektedir.

Zümer Suresi Ayet 6’da buyur ki; “Öyle Allahtır ki sizi bir erkek bir dişiden yarattı. Sizin için çiftler halinde hayvanlar yaratı da sizi analarınızın karnında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa dönüştürdü. İşte sizin rabbiniz budur Ondan başka tapacak da yoktur. O’nu bırakıp da nereye gidiyorsunuz.”

Şimdi siz gelin de Kur’an-ı Kerim’in bunca bilimsel mucizeleri karşısında teslim olmayın. Tabiki şayet siz de bir şeyler anlıyorsanız. Görülüyor ki bu mübarek ayet tıptaki diliyle insanın ana karnında üç zan içerisinde halden hale değişerek yaratıldığını haber vermektedir. Bu mübarek ayetlerin tamamı çok önemli bilim dallarından söz etmektedir. Bunların tamamı bilimsel olarak ayrı ayrı araştırmayı gerektiren meselelerdir.

Hemen bunların tamamında bu günkü bilimle çelişen bilgiler olmayışıdır. Tabidir ki emanetin birinci olan Kur’an-ı Kerim’in hikmetleri bunlarla sınırlı değiller, daha gözümüzün görmediği dilimizin dönmediği hadisler meseleler vardır.

Kur’an-ı Kerim güneşten, aydan, yıldızlardan, göklerden, denizlerden, yelden, yağmurdan, sudan, deveden, filden, sinekten, arıdan, hurmadan, zeytinden, üzümden, tahıldan acıdan-tatlıdan, insana haber verirken bir buğday tanesinde 7 dal, her dalda 70 buğday vereceğini de insana bildirmiştir. Bunun kendisi de bilmin ta kendisidir demek lazımdır.

Araf Suresi Ayet 170’de buyurur ki; “Bu Kur’an’a uyarak Salih amelde bulunanlar namazlarını dosdoğru kılanlar varya, işte biz onların ecrini hiç zayi etmeyiz.” buyurur.

“Ayetlerimizi yalanlayanlar, kendilerine zulüm edenlerin ta kendileridir. Onların durumları ne de kötüdür” demiştir.

“Bu mübarek ayetlerden şunu anlıyoruz ki inkar eden kimseler evvela kendilerine zulüm etmiş olmaktalar.”

Bakara Suresi Ayet 25’de buyurur ki; “onlar ki Allah’a kulluk yaparlar. O’ndan başkasını mabut edinmezler. Allah da onları karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkarır. Ama onlar ki Allah’tan başka mabutlar edinirler. Allah onları da aydınlıktan alır, karanlıklara doğru götürür” demiştir.

Yine Bakara Suresi Ayet 185’de buyurur ki; “Ramazan ayı öyle bir aydır ki hak ile batılı birbirinden ayıran Kur’an bu ayda indi, kim bu aya erişirse oruç tutsun” demiştir. Görülüyor ki Kur’an-ı Kerim hak ile batılı birbirinden ayıran, bir kitaptır ki O’ndan ayrı düşeni karanlıklara, O’na uyana ise aydınlığa götürdüğü görülmektedir.

Rad Suresi Ayet 2’de buyurur ki; “Öyle bir Allahtır ki görmekte olduğumuz gökleri direksiz yaratmıştır. Hiç düşünmez misiniz” demiştir.

Yine buyurur; “O yeryüzünü emine boyuna döşemiştir, dağlar, ovalar, ırmaklar, çeşit çeşit meyveler yaratmıştır. Şüphesiz burdan düşünen için hikmetler vardır” demiştir.

Evet değerli kardeşlerim, sevgili can dostlarım. Hiç şüphesizdir ki Kur’an-ı Kerim’in hikmetleri mucizeleri bu örnek olarak verdiklerimizden ibaret değildirler.

Benim gibi aciz biri olarak sizlere Kur’an-ı Kerim’i gereğince anlattım, iddiasında asla değilim, bundan Allah’a sığınırım. Ancak bir zatı Allahu Teala emretmiş, Allah’ın resulü de bu emre uyarak bu iki emaneti ölçü olarak emanet etmiş. Ben de bunun önemini anlatmaya çalışıyorum.

Zümer Suresi Ayet 18’de buyurur ki; “Ey Habibim müjdele o kimseleri ki onlar sözü iyi dinlerler de en güzeline uyarlar” demiştir.

Bunun içindir ki, ben de ülkem ve milletim yararına olacağı inancında olduğum için bunları sizlerle paylaşmak istedim. Görülüyor ki Kur’an-ı okumak ibadettir. Kur’an Allah’ın kelamıdır. Kur’an insana mükemmel insan olmayı öğretir. İnsan için yararlı olup da Kur’an’da yasak olan hiçbir hüküm yoktur. Kur’an-ı Kerim yararlı olan bilime de karşı değildir. Ancak bütün bunları edeple karıştırmayalım. Allahu Teala geçmiş peygamberlerin kavimlerinden bahis ederken, onların çılgınlıkları yüzünden nasıl helak olduklarını bol bol anlatmaktadır. Bu yüzdendir ki, Allah c.c. de bu gibi taşkınlıkların insana zarar vereceğini bildiği için bu konuda hudutlar, sınırlar koymuştur ki, düşünüldüğünde bu sınırların da insanın yararına olduğu anlaşılacaktır. Bunun içindir ki, ilelebet insanlığın saadeti için kalacak olan emanetin birincisi Kur’an-ı Kerim’dir demek lazımdır.

Sevgili kardeşlerim ve can dostlarım, Allah’ın resulünün Gadri Hum’da son vada hutbesinde, tüm insanlık alemi için emanet bıraktığı emanetin ikincisi de yine Allah Resulü’nün Ehl-i Beyti’dir.

Takdir edersiniz ki Resulü Ekrem’in diliyle haber verilen ve Kur’an-ı Kerimle aynı ağırlıkta olan Ehl-i Beyt’i anlatmak. Onları layıkıyla tanıtmak. Aynen Kur’an-ı Kerim’de olduğu gibi hiç de kolay bir iş değildir.

Çünkü nasıl ki geçmiş bütün peygamberlerin vasileri Allah c.c. tarafından bildirilmişlerse hakeza sevgili peygamberimizin de vasileri olarak O’nun Ehl-i Beyt’i haber verilmiştir. Zaten bunun kendisi de bir mucizedir ki Allah Resulü tarafından oniki imamın isimleri haberi verilmiştir. Bunların başında Hz. Aliyel Murtaza, Haydarı Kerrar Evliyalar şahı dört kitabı ezberden bilen İslam Dini’nin başkahramanı Hz. Ali vardır.

Yeryüzünün kevseri bütün kadın aleminin seyyidesi 11 imamın annesi Hz. Fatıma vardır.

Cennet aleminin gonca gülleri yani cennet bile onlarla güzeldir dediği imam Hasan ve İmam Hüseyin vardır. Bu aynı kandilin devamı olan diğer imamlarımız vardır. Benim gibi zavallı birinin bu şahsiyetleri sizlere gereği gibi anlatması mümkün değildir. Ancak onları anlatmaya çalışırken bilmeden hatalarım olursa bundan Allah’a sığınırım.

Değerli kardeşlerim, Allahu Teala’nın emri üzerine ilelebet kalacak olan Kur’an-ı Kerim’in o mucizevi sırlarını en mükemmel bir şekilde yorumlarını yapacak olan hiç şüphesiz evvela Allah’ın Resulü kendisidir. Ancak ilim şehrinin kapısı da Hz. Ali’dir.

Hz. Ali buyurur ki; “Allah’ın Resulü ilimlerin bin tane kapısını bana açtı ki, her kapıya bin kapı daha açılmaktaydı” demiştir.

O Hz. Ali’dir ki nehcul belağada, “Sorun bana sorun, bana geçmişte ve gelecekte ne varsa, bilin ki ben göğün yollarını, yerin yollarından iyi bilirim. Bana Kur’an hakkında sorun. O’nun ayetleri dağdan mı indi, düzden mi indi, gece ya da gündüz mü indi, kim için indi ben bilirim” demiştir.

İşte bu ilim nasıl ki Allah Resulünde Hz. Ali’ye geçmişse, aynı bilgi diğer 11 imamda da aynen mevcuttur. İsimleri Allah Resulü tarafından haber verilen bu imamların bilgileri hiçbir sahabenin bilgisiyle kıyaslanamaz. Çünkü bunların ikinci emanet olarak Kur’an’la aynı ağırlıkta olduklarını da yine Allah Resulü bildirmiştir. Bu mesajı, Gadri Hum’da son veda hutbesinde dile getirmiş. Bunlar da İslam tarih kitaplarına geçmiştir.

Gadri Hum’da inen Maide Suresi Ayet 67’de buyurur ki; “Ey Habibim sana emr edileni tebliğ et, şayet etmezsen doğrusu elçiliğini yapmamış olursun. Korkma Allah seni korur” demiştir. Burada mübarek ayetin emri açıktır. Habibinde bu iki emaneti ile Hz. Ali’nin velayetini istemektedir. Allah Resulü onu yerine getirmiştir.

Bir defa ister zahiri olsun isterse de ilahi olsun hiç kimseye hak etmeden, kazanmadan durup dururken hakkı olmayan bir unvan verilmez. Düşünelim ki, eğer Ehl-i Beyt’i temsil eden bu şahsiyetler bu makama laik olmasalardı nitekim Allah ve Resulü tarafından da bu ikinci emanet olma şerefine de laik görülmezlerdi.

Resulü Ekrem buyurur; “Ben yarın bayrağı öyle bir kişiye vereceğim ki o Allah ve Resulü’nü sever, Allah ve Resulü de onu sever” demiştir. Bu kişi Hz. Ali’dir. Onlar tüm zorluklara göğüs gererek bu imtihanı kazanmışlardır. Zaten gerek Ehl-i Beyt’in ve gerekse 12 imamın kendi dönemlerinde gördükleri o akıl almaz zorluklardan dolayı İslam tarihinin tamamı onları haklı göstermektedir. Evvela Kur’an-ı Kerim’in kendisi Ehl-i Beyt’in faziletleri hakkında ışık tutmaktadır. Ehl-i sünnet ulemasından bu hususta yorumlanan ayetlerin sayısı 380 küsür kadardır. Ehl-i Beyt ulemasınca bu sayı en az bunun dört katı kadardır.

Örnek olarak verecek olursak Kevser Suresi buyurur ki; Ey Habibim, şüphesiz biz sana kevseri verdik, sen üzülme Rabbine hamd et namazını kıl, kurbanını kes o sana ebter diyenler, soyu kesik olan onlardır” diye mealindeki bu mübarek süre sevgili habibini müjdeliyor ki sen üzülme biz sana yer yüzünün kevseri olarak Fatıma’yı verdik. Senin neslin Hasan ve Hüseyin’le devam edecektir haberi verilmiştir.

Şura suresi 23, buyurur; “Ey Habibim de ki sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum. Ancak yakınlarımı sevin o bana yeter. Kim güzel işler yaparsa onun mükafatını artırırız” mealindeki bu mükafatlar Ehl-i Beyt’in şanına verilen büyük birer fazilettir.

Ali İmran Suresi Ayet 61’de mubaye ayeti diye bilinen buyurur; “Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım, anlaşalım”, mealindeki ayette Ehl-i Beyt hakkındadır.

Dehr Suresi denilen surenin bir çok ayetleri Ehl-i Beyt hakkında yorumlanmışlardır ki buyurur; “Onlar ihtiyaçları oldukları halde onu yoksula, yetime tutsağa verirler de karşılığında bir teşekkür de istemezler.”

Ahzap Suresi Ayet 33’de buyurur; “Ehl-i Beyt Allah sizden her çeşit suçu gidermek sizi tertemiz kılmak diler” mailindeki ayet Ehl-i Beyt hakkındadır.

Maide Suresi Ayet 55’de buyurur; “Ey inananlar sizin dostunuz, veliniz ancak Allahtır ve peygamberidir ve namaz kılarken rüku halindeyken zetat verenlerdir.”

Bu mübarek ayet hiç tereddüte yer bırakmadan rüku halindeyken parmağındaki yüzüğü zekat veren Hz. Ali’dir. Bundan dolayıdır ki Hz. Ali Allah ve resulünden sonra hemen bütün inanan Müslümanların velisidir. Bu hüküm Allah’ın hükmüdür. Ne acıdır ki bu ayetin yorumu tefsirlerde böyle kabul görmüşse de Müslümanlarca bu emirlere uyulmamıştır. Nasıl ki Allah resulü de Gadri Hum’da “ben her kimin mevlası isem işte bu Ali de O’nun mevlasıdır” dediği gibi.

Değerli kardeşlerim, sevgili can yoldaşlarım, Allah ve Resulü ne eylerse güzel eyler. Görülüyor ki Allah’ın emri üzere inanlığın saadeti için bu ikinci emanet olma hakkı Hz. Ali’ye Ehl-i Beyt’e verilmiştir. Biz bu hükümlerden bunu böyle anlıyoruz. Tabidir ki bu hak kazanmadan verilen bir hak değildir.

Burada şunu anlıyoruz ki, her bilim dalı kendi uzmanından öğrenilmelidir. Bir insan da Allah’a iyi bir kul olmak istiyorsa buraya başvurmalıdır. Çünkü ilahi emirleri kayibi hikmetleri bilenler bunlardır. Sağlam kapı bu kapıdır. Bu kapıyı Allah emretmiş sevgili peygamberimiz de bu ikiyi kurtuluş yolu olarak göstermiştir.

İnsanlar kalkar istedikleri daldan uzman olabilirler. Ancak Allah’u Teala’nın anlaşılmayan halleri, bizim idrakımıza sığmayan sırları vadır. Allahu Zülcelal bu bilgiyi peygamberlere imamlara nasip etmiştir. Onlar bu dünyada olup bitenleri bildikleri gibi ahiret sonucu hakkında da aynen yeğin olarak bilgi sahibidirler. Onun içindir ki, her daldaki okumuş bir bilim adamının yeri dolar ama Allah (cc) tarafından gönderilen peygamberlerin, onların vasileri olan imamların yerini doldurmak mümkün değildir. Buraya kadar verdiğimiz örnekler bunun böyle olması gerektiği apaçık ortadadır. Onun içindir ki bazı şairler “Hz. Ali bir beşerdir. Ama biz anlayamadık ki o nasıl bir beşerdir” demişlerdir. Onlar böyle derse ben zavallı size bunları nasıl gereği gibi anlatabilirim diyorum.

Değerli kardeşlerim ve candostlarım, gelin dilerseniz 14 masum, 12 imamın şu güzel nasihatlarından faydalanarak hem kendimiz ders alalım ve hem de Ehl-i Beyt’i tanımaya çalışalım diyorum.

Sevgili peygamberimiz buyurur ki; “Benden sonra zina çoğalırsa o zaman beklenmedik ani ölümler de çoğalır. İnsanlar ölçüyü eksik tuttuklarında, Allah da onları kıtlığa düçar eder. Zekatlarını vermediklerinde ise Allah da bereketini onlardan esirger. Hüküm vermede adaletsizlik yaptıklarında, zulüm ve tecavüze yardımda bulunmuş olurlar. O zaman Allah da düşmanlarını onlara musallat eder. Yakınlarıyla ilişkilerini kestiklerinde onların malları kötülerin eline geçer. Benim Ehl-i Beyt’imin iyilerine uymadıkları zaman Allah da onların başına kötüleri getirir” buyurur.

“Kur’an okuyanların çoğalıp fakirlerin azalması, emir sahiplerinin fazlalaşması. Ama emin insanların azalması yağmurların bollaşıp bitkilerin kıt olması, kıyametin alametlerindendir” buyurur.

“Cahillikten daha kötü bir fakirlik, akıldan daha faydalı bir servet, bencillikten daha korkunç bir yalnızlık yoktur” derken buyurur; “İnsanın en akıllısı Allah’tan çekinen O’na itaat edendir.”

Yine buyurur; “İlim öğrenmek ibadettir, O’nu okumak zikirdir. İlmi ehline öğretmek Allah’a yakınlaşmaktır. İlim doğuştan mezara kadar kadın ve erkek herkese farzdır. Alimin kaleminden çıkan mürekkep şehidin kanından üstündür” demiştir.

Görülüyor ki sevgili peygamberimiz, insanlığa yararlı olacak bilimselliğe karşı değil de tam tersi yanındadır. Bunun içindir ki, Ehl-i Beyt’i hakkında şöyle buyurmaktadır; “Ey insanlar sakın olaki benim Ehl-i Beyt’imin önüne geçmeyin, onlardan geride kalmayın. Onlara akıl vermeye de kalkışmayın. Çünkü onlar sizin bilmediklerinizi bilirler” derken buyurur; “Benim Ehl-i Beyt’imin misali aynen Nuh’un Gemisi misali gibidirler. Bu gemiye binen kurtulur, binmeyen helak olur. Yine buyurur; “Kim benim Ehl-i Beyt’imi benden ayrı görürse o bizden değildir. Çünkü onlar benden ben de onlardanım. Onları seven beni sever, beni seven Allah’ı sever. Onlara düşman olan bana düşmandır. Benim düşmanım ise Allah’a düşmandır” derken, buyurur; “Ali hak ile hak da Ali ile beraberdir. Ali benim bedenimde başım gibidir. Ali, Harun’un Musa’ya olan menzilindedir” demiştir.

Tabidir ki Allah Resulünün Ehl-i Beyti hakkında söyledikleri bunlardan ibaret değildir. Ancak Ehl-i Beyt’in hangi ağırlıkta oldukları apaçık ortadadır ki Ehl-i Beyt’e gitmeden onların faziletinden faydalanmadan İslami gereği gibi yaşamak da mümkün görünmemektedir.

Sevgili peygamberimizin bu hadisleri bu söylediklerimizi teyit etmeye yeterlidir diyorum.

Değerli kardeşlerim ikinci emanetin başı olan Hz. Ali ağamız şöyle buyurmaktadır; “Ey insanlar bilin ki, bizim hakkımızı gereği gibi tanımayanlar gündüz ve geceleri de ibadetle meşgul olsalar yine de onlara cennetin yüzü nasip olmaz.” Biz dinin hazinedarları ilminde kandiliyiz. Bizden bir kandil söndüğünde diğeri yanar” buyurur. “Allah’tan çekinmeyen, insanlara zulüm etmekten korkmayan, hayrı ve şerri birbirinden ayırt etmeyen bir kimse insan sayılmaz” buyurur. “Şayet bir amelin arkasında cennet varsa o amel kötü amel değildir. Ama bir amelin ardında cehennem varsa o amel de iyi amel değildir. Bilin ki bu dünya sizin için imtihan yeridir. Ahret ise hesap günüdür.”

Yine buyurur ki; “Bize sarılan bizimle olur, bizi terk eden helak olur. Kim kalbinden bize kin ve düşmanlık beslerse o kişi cehennem ateşinin en aşağısında olur” demiştir.

Takdir edersiniz ki Hz. Ali’yi anlatmak benim gibi birinin kârı değildir. O’nun hakkında ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsalar Hz. Ali’yi anlatamazlar diyenler de olmuştur. Ne diyelim Allah c.c., bizleri şefaatlerinden mahrum etmesin. Onlar ne söyleseler Allah ve Resulünün emirlerini söylerler. Öyle ise bizim için Resulü Ekrem’in sahi söyledikleri ne kadar uyulması gereken söz ve emirler ise 14 masum 12 imamlarımızın tamamının söz ve emirleri de isabetli ve değerlidirler. Çünkü onlar ikinci emanet olmaya layık görülmüşler, bizim inancımız da bu doğrultudadır.

Değerli kardeşlerim, Allah’ın Resulü buyurur ki; “Fatıma benim canımın bir parçasıdır. O’nu inciten beni incitir, beni inciten Allah’ı incitmiş olur” dediği Fatıma şöyle buyurmaktadır ki; “Ey Allah’ın kulları, bilin ki Kur’an sizin aranızda bir ilahi rehberdir. O aranızda bırakılan son hüccettir. O Allah’ın doğru söyleyen natık kitabıdır. Kur’an-ın nuru aydınlatıcı ışığı parlaktır, delilleri aşikardır, sırları açıktır, zahirleri görünendir, O’na uyanlara gıpta edilir.”

Buyurur; “Allah insanların kendi dinlerinden saparak ateşe, putlara taptıklarını görünce babam Hz. Muhammed’in vesilesiyle karanlıkları aydınlattı. Kalplerdeki düğümleri, gözlerdeki şaşkınlığı giderdi” derken, Hz. Fatıma s.a. şöyle dua etmekte, buyurur; “Allahım nefsimi bana küçük göster. Kendi makamını benim nazarımda büyüt. Senin itaatına uygun amel etmeyi bana nasip et. Gazabına sebep olacak günahlardan uzak durmayı bana ilham eyle. Ey rahmeti bütün rahmetlerden üstün olan Allahım” demiştir.

Sırası gelmişken kulakları çınlasın, bizde Ehl-i Beyt’i Hz. Fatıma’yı seviyoruz diyen hanım kardeşlerimize demek gerekir. İnsanoğlu kadın ve erkekten ibarettir. Hz. Fatıma ise kadın cinsini temsil etmektedir. Şu günümüzdeki yozlaşan kültür değişimi kimseyi gaflete düşürmemelidir. İnsan olarak kim bu dünyada nefsine sahip olursa, kâr edecek olmasa  yaptıklarının karşılığını görecektir.

İmam Hasan da şöyle buyurmakta; “Ey insanlar bilin ki bir kişi hidayetin ne olduğunu anlamadıkça, o kişi takvaya ulaşamaz. Allah sizi boşuna yaratmadı. Sizi kendi halinize bırakacak da değildir. Bilin ki Allah’a karşı O’nun emirlerini kılavuz edinirse en doğrusuna hidayet olmuş olur. Allah’a sığınan kimse emniyettedir” buyurur.

“Kendi bildiklerini sen de başkasına öğret, onların bildiklerini de sen öğren. Böylece sen de bilmediklerini öğrenmiş olursun” derken buyurur; “Hak ile batılın arası dört parmaktır. Gözünle gördüğün her şey haktır. Ama kulağınla duyduğun çoğu batıldır” buyurur. “En iyi göz hayırı gören gözdür. En iyi kulak nasihat dinleyen kulaktır. En iyi kalp şüphelerden arınan kalptir” buyurur. “Düşünün, tefekkür edin tefekkür uyanık insanın gönlünü diriltir. Sen kendine nasıl davranılmasını istiyorsa sen de başkasına öyle davran” demiştir.

İmam Hüseyin s.a. buyurur ki; “Ey insanlar Allah’a karşı takvalı olun. Bilin ki hoş olmayan ölümün gelip size çatmasına az kalmıştır. O ölüm ki sizi bir daha amel etmekten alıkoyar. Öyle ise yaşadığınız zamanın kıymetini bilin, yoksa ölüm sizi öyle bir yere atar ki orada ne dostlar ziyaret edilir ne de yardım isteyenlerin yardımına koşulur. Bilin ki insanları memnun etmek için Allah’ı gazaplandıran bizden değildir” derken” buyurur; “Ey Allahım acaba seni kaybeden ne bulmuş, seni bulan ne kaybetmiştir.”

“Kendi bildiklerini sen de başkasına öğret, onların bildiklerini de sen öğren. Böylece sen de bilmediklerini öğrenmiş olursun” derken buyurur; “Hak ile batılın arası dört parmaktır. Gözünle gördüğün her şey haktır. Ama kulağınla duyduğun çoğu batıldır” buyurur. “En iyi göz hayırı gören gözdür. En iyi kulak nasihat dinleyen kulaktır. En iyi kalp şüphelerden arınan kalptir” buyurur. “Düşünün, tefekkür edin tefekkür uyanık insanın gönlünü diriltir. Sen kendine nasıl davranılmasını istiyorsa sen de başkasına öyle davran” demiştir.

İmam Hüseyin s.a. buyurur ki; “Ey insanlar Allah’a karşı takvalı olun. Bilin ki hoş olmayan ölümün gelip size çatmasına az kalmıştır. O ölüm ki sizi bir daha amel etmekten alıkoyar. Öyle ise yaşadığınız zamanın kıymetini bilin, yoksa ölüm sizi öyle bir yere atar ki orada ne dostlar ziyaret edilir ne de yardım isteyenlerin yardımına koşulur. Bilin ki insanları memnun etmek için Allah’ı gazaplandıran bizden değildir” derken” buyurur; “Ey Allahım acaba seni kaybeden ne bulmuş, seni bulan ne kaybetmiştir.”

İmam Zeynel ağabeydin buyurur ki; “Yalancı ile dost olma zira yalancı serap gibidir. Uzağı yakın, yakını ise sana uzak gösterir” buyurur. “Fasıkla da arkadaş olma çünkü bir karın yemeğe ya da ondan daha aza seni satabilir” buyurur.”Ahmakla da dost olma zira o sana fayda vereyim derken zarar da verebilir” buyurur. “Yaptığın günaha sevinme çünkü günaha sevinmek onu yapmaktan daha kötüdür” buyurur. “İşlerin en iyi anahtarı doğruluktur en iyi sonucu da vefadır” demiştir.

İmam Zeynel ağabeydin bizim en çilekeş imamımızdır. Çünkü daha çocuk yaştayken dedesi Hz. Ali’nin ölümüne sonra amcası İmam Hasan’ın ölümüne, daha sonra da hasta haliyle Kerbela musibetinin tamamına şahit olmuş, İmam Hüseyin’in Ali Aksar’ın, Ali Ekber’in, Kasım’ın amcası Hz. Abbas’ın şehadetini birebir yaşamıştır. Bununla kalmamış Ehl-i Beyt’in kadın ve çocuklarıyla beraber esir alınarak Şam’a götürülmüş orada halka karşı, peygamberin oğlu benim Aliyel Murtaza’nın oğlu benim Fatımayı Zehra’nın oğlu benim diyerek çok etkili bir konuşma yapmış, bir çok insanı etkilemiştir. İmamın Kerbela’da sağ olarak hastadır diye kurtulmuş olması, imametin devamı için başlı başına bir mucizedir demek lazımdır.

İmam Muhammed Bakır s.a. buyurur ki; “Bizim yolumuzda olanlar Allah’tan çekinen O’na itaat eden kimselerdir. Onlar orucunu tutar, namazlarını kılar, fakir, yoksul kimselere karşı kendisini sorumlu sayar. Onlar, kavimleri arasında doğru konuşan insanlara iyilikte bulunan mümin kimseler olarak tanınırlar.”

İmam buyurur; “Kıyamet günü en çok üzülecek olan kimse, birisinin adil beğenilir olduğunu söylediği halde onu bırakıp kötülerin peşinden giden insandır.”

İmam buyurur; “Dili doğru söyleyenin ameli temiz olur. Niyeti iyi olanın rızkı çoğalır. Ailesiyle iyi geçinenlerin ömrü uzar.”

İmam buyurur; “Kim insanlara bir hidayet yolu öğretirse o yolda olanların sevabı kadar sevab alır. Kim ki bir kişilere kötü işler öğretirse o yolda gidenlerin günahı kadar onlara da günah yazılır” demiştir.

İmam Caferi Sadık s.a. buyurur ki; “Bizim dostlarımız gece ve gündüzleyin ameline bakıp kendisini hesaba çekmesi gerekir. Şayet iyi işler yapıyorsa onu artırmalıdır. Şayet yaptığı iş kötü ise ondan da tövbe etmelidir.”

İmam buyurur; “İmanla birlikte olmayan amel kabul görmez. Ama amel olmadan da iman olmaz.”

Buyurur; “Her şeyin bir temeli vardır. İslam’ın temeli ise biz Ehl-i Beytiz.”

Buyurur; “Bir insan günahı gizli yaparsa yalnız kendisine zarar verir, aşikar yaparsa topluma zarar verir” demiştir.

İmam Muhammed Bakır ile İmam Caferi Sadık’ın yaşadıkları zaman Emeviler’in yıkılışıyla yerine Abbasiler’in geçmesine denk gelmiştir. Bu sebebledir ki bu her iki imamamız ilim irfan, felsefe üzerinde çok geniş çalışmalar yapmıştır ve bunu da hemen İslam alemine yaymışlardır.

İmamı Azam Ebu Hanife’nin; “Ben ömrümde İmamı Sadık’tan üstün alim görmedim. Şayet son iki senemi ondan okumasaydım helak olurdum” demesi oldukça meşhurdur.

Dr. Ali şeriatının hür düşünce adlı eserinde buyurur; “İmam Caferi Sadık’ın ilim merkezinde dört bin öğrenci öğrenim görüyordu. Bu mektebin muallimi İmamı Sadık idi. Burada sadece fıkıh, tefsir, hadis, kraat, kelam ve ahlak derslerinden başka imamın talebesi olan cabir bin Haya’nın o çağda uygun ilmin gelişmesi için felsefeden musiki tekniğe kadar olan ilimler de bu merkezden verilmekteydi. Burada kimya üzerinde yazılan beşyüz eserin çalınarak Avrupa’ya götürüldükleri” yazılıdır.

İmamı Musayi Kazım da buyurur ki; “Bilin ki bedenin aydınlanması göze bağlıdır. Göz aydın olursa beden de aydın olur. Ruhun aydın olması akla bağlıdır. Kul akıllı olursa Rabbini tanır.”

Buyurur; Her şeyin bir nişanesi vardır. Akıllı insanın nişanesi de düşünmektir” demiştir.

İmam Rıza a.s. buyurur ki; “Bizi tanımak isteyenler bilsinler ki biz Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna, O’nun vasıtasıyla gönderilen her şeyin hak olduğuna, şahadet ederiz. Kur’an-ı Kerim bizim için haktır, doğrudur. Biz biliriz ki kimse Kur’an-ın benzerini getiremez. Kur’an-ı konuşan O’nun ahkamını en iyi bilen peygambere Harun’un Musa’ya olan nispetinde bulunan müminlerin emiri vesilerin üstünü olan Hz. Ali a.s.’dir. O’ndan sonra İmam Hasan ve İmam Hüseyin’dir. Sonra da devam eden imamlardır. Herkes bilsin ki peygamberin zürriyeti kitap ve sünnet hakkında herkesten üstündürler. Onlara muhalefet edenler, hak ve hidayeti terk edenlerdir” demiştir.

Bizim akidemiz, İmam Muhammed Taki de buyurur ki; “Biz inanırız ki Allahu Teala insanı kendi kudretiyle yaratmıştır. İnsana kulluk etme gücünü de vermiştir. Allah c.c. kendi iradesiyle bir kısım şeyleri farz etmiş, bir kısmını da yasaklamıştır. İnsan da bu emirlere uymayı kabul etmiştir. Bu emirlere isyan edenler Allah tarafından kınanmıştır. O’nun adaleti hikmeti açıktır. Allahu Teala kullarına karşı risaletini tamamlamak için son olarak Hz. Muhammed’i kendi iradesiyle göndermiştir. Böylece Allah c.c. nurunu tamamlamıştır. Artık kim bu emirlere uyarsa kazanacak kim isyan ederse Allah adaletini icra edecektir” demiştir.

İmamı Ali Naki buyurur ki; Günahtan sonra tövbeyi geciktirmek aldanmaktır. Yapılacak bir işi ertelemek şaşkınlıktır. Günah işlerken Allah’a bahaneler aramak insanı helak olmaya götürür” buyurur. “Allah’ın öyle sevdiği yerleri vardır ki oralarda kendisine dua edilmesini sever. İşte dedem İmam Hüseyin’in Türbesi de bu yerlerden biridir” demiştir. Allah c.c. bizlere de o ziyaretleri nasip etsin inşallah.

İmam Hasan Askeri de buyuru ki; “Kim dünyada kör olarak ölürse o kişi ahirette de kör olarak yargılanacaktır. Ancak bu körlük zahiri körlük değildir, bu körlük kalp gözlerinin körlüğüdür. Bu körler Allah’ın dinini imamlarını tanımayan körlerdir” derken buyurur; “Allah c.c. sözlere bazı vazifeleri farz etmiş ise size muhtaç olduğundan değildir. Haktan vazgeçip nereye gidiyorsunuz” demiştir.

İmam Muhammed Mehdi s.a. da buyurur ki; “Ey Müslümanlar bilin ki ben Allah’ın yeryüzünde bıraktığı en son hüççetim. Yüce Allah bize konuşma fırsatı verdiğinde o zaman hak aşikar batıl ise yok olacaktır. Benim gayibetimden faydalanmak bulutların arkasından kaybolan güneşten yararlanmak gibidir. Allah c.c. benim için belayı ehlimden uzaklaştırır” demiştir.

Bu vermeye çalıştığımız sözler çağ değişmekle değeri düşecek sözler değildir. Allah bizleri şeffatlarından mahrum bırakmasın diyorum.

Değerli kardeşlerim, şüphesiz ki 14 masum, 12 imamın insanlığa hitaben söyledikleri bu vermeye çalıştığımız örneklerden ibaret değildirler. Bu vermeye çalıştığımız nasihatler sadece denizden bir bardak su almış kadardır. Şu durumda sadece ulaşabildiğimiz kaynaklardan 14 masum 12 imamlara ait 33 bin civarında sözleri oldukları bu kaynaklarda vardır. Dünyadaki Ehl-i Beyt dostlarının Kur’an’dan sonra muteber gördükleri kaynaklardan bazıları şunlardır. Nehcül Belağadır, Biharül Envar’dır, Tuafül ukuldur, usulu kafidir, ayanu siadır, masumlardan kırkar hadistir. Daha ulaşamadığım kaynaklar oldukça çokturlar. Ehl-i Sünnetin hadis kitaplarında da imamların sayısız sözleri mevcuttur. Bütün bunları neden anlatıyoruz. Allah resulünün alemlere rahmet olarak gönderildiğini anlattık. Bu iki emanetin ikisi de olmazsa olmaz dedik. Resulü Ekrem’in hedefi bir ırkın, bir kavmin çıkarlarını korumak olmadığını dile getirdik. Müslüman aleminin çağın gerisinde kalmış olması, bu iki emanete sadık kalmamanın neticesi olduğunu söylemeye çalıştık. Bize Kur’an yeter demişlerse de tek başına Kur’anda yetmemiş, Müslümanların başına saltanatlar, sultanlar, şahlar günümüzdeki kurallar, Talibanlar, Saddamlar devam edip gelmişlerdir.

Şunu görüyoruz ki eğer Müslüman alemi Allah ve Resulünden sonra Müslümanları tamamının velisi Hz. Ali’dir Ehl- Beyt’tir. Emirlerine uymuş olsalardı Müslüman aleminin durumu çok daha farklı olurdu. Ne yazıktır ki bu emirlere uyulmadığı gibi uzun zaman Emeviler döneminde bilhassa Şam halkı tarafından Hz. Ali’ye seb ediyorlardı.

Ravi diyor ki; Bir gün İbn-i Abbas Kabe’de Şam’dan gelen bir kısım insanların Hz. Ali’ye Seb ettiklerine şahit oldu. Hemen yanlarına giderek burada Allah ve Resulü’ne söven kimdi diye sordu. Onlar kimse sövmedi dediler. Ali’ye söven kimdi sorusuna, evet biz sövdük dediler. İbn-i Abbas buyurdu ki; “Ben kendim resulullahtan duydum ki buyurdu; “Ali’ye söven bana sövmüştür. Bana söven Allah’a sövmüştür” dediği rivayetlerimizde vardır. Ancak Hz. Ali’nin buyurduğu gibi İslamiyetin hakkın nişanelerini Emeviler’in ya da Abbasiler’in o saltanat ruhuna göre değil de 14 masum 12 imamların ve onların izinde giden Anadolu erenlerinin durumlarına göre bilinmelidir. Yoksa kötüler vardır diye hakkı terk etmek akıl işi değildir demek lazımdır.

Buraya kadar anlattıklarımızdan şunu anlıyoruz ki, sadece Müslümanlar olarak değil de aslında tüm insanlık bu iki emanete ihtiyaç duymaktadır. Ancak görülen odur ki İslam dünyası tarafından bu iki emanetin ikincisi terk edilmiş, bu yüzdendir ki İslam Alemi olması gereken yere gelememiştir. Bize Kur’an yeter demişlerdir ama tek başına Kur’an da yetmemiştir. Düşünelim ki tek başına Kur’an yetseydi Allah Resulü’nün Ehl-i Beyt’ine onca zalimhane zulümler katliamlar reva görülmezdi. Eğer Kur’an yetseydi Müslümanlar Hz. Ali ile savaşmazlar, O’nun şehadetine sebeb olunmazdı. Şayet Kur’an tek başına yetseydi İmam Hasan’a zehir verilmez, İmam Hüseyin Kerbela’da ev halkı ve yakınlarıyla beraber susuz şehit edilmezlerdi. Eğer Kur’an yetseydi İslamiyet saltanata dönüşerek Emeviler, Abbasiler saltanatı olmazdı. Bunun içindir ki emanet edilenler ikidir. Bunların biri Kur’an-ı Kerim diğeri Ehl-i Beyt’tir. İkisinin de ağırlık ölçüleri aynıdır. Bu görüş bizim şahsi görüşümüz değil de bir zat Allah Resulü’nün muteber hadislerindendir. Benim inancıma göre de hak ve hakikat bu iki emanetle beraberdir. Bu iki emaneti gereği gibi tanımak insana mutluluk getirecektir. Yoksa ilahi emirleri tamamen yok sayarak mutlu olmak mümkün görülmemektedir. İnsanca düşündüğümüzde gelişen hadislere baktığımızda bunları anlamak için kahin olmaya gerek yoktur.

Değerli can dostlarım. Eğer Allah’a kul olduğumuza inanıyorsak O’nun insanlığa sunduğu nimetlerin kıymetini de iyi bilmek zorundayız. Çünkü her türlü iyilik bir teşekkürü hak etmektedir. Rivayetlerde vardır ki bir gün Hz. İsa a.s. sahradan gezerken adeta kötürüm olan bir kişinin aşkla Allah’ı zikrettiğini görür. Adamın Allahım sana ağaçların yaprakları kadar sana şükürler olsun dediğini duyar. Hz. İsa adama yaklaşır buyurur ki; “Adamcağız sen ki böyle kötürüm bir haldeyken Allah’a aşkla şükrediyorsun. Buna sebep nedir?” Adam cevaben der ki; “Efendi Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, ben bu halimle de O’nu tanıyabiliyorum. Halbuki dünyada öyle sağlıklı öyle zengin insanlar vardırlar ki onların kalplerinde Allahın sevgisi yoktur. İşte bu sevgiyi bana verdiği için ben ağaçların yaprakları kadar O’na şükür ediyorum” der. Hz. İsa a.s. adamın bu halinden memnun kalır. Allah’ın izniyle O’nun hastalığını giderir. Hz. İsa a.s.’mın havarilerinde olur diye yazmışlardır. Bana göre Kur’an ve Ehl-i Beyt’in sevgisi de büyük bir nimettir demek lazımdır.

Sevgili peygamberimiz buyurur; “Ya Ali ben ve sen aynen bir ağacın gövdesi gibiyiz. Kızım Fatıma torunlarım Hasan ve Hüseyin o ağacın meyvesidirler. Sizin izinizde gidenler de o ağacın dallarıdırlar” demiştir. Öyle ise iyi bir Müslüman hele de iyi bir Ehl-i Beyt dostu olmak istiyorsak gelin bu mübarek ağacın dalları olmaya gayret edelim. Şunu bilelim ki Ehl-i Beyt’in izinde olmak başlı başına bir mutluluktur. Dünyadaki bu çılğınlıklar bizleri aldatmasın. İmamı Sadık ne güzel buyurur ki; “Bir kişi günahı gizli yaparsa yalnız kendisine zarar verir ama aşikar yaparsa topluma zarar verir” der.

Avrupa’da gazeteler Türk aileleri çatırdıyor, her 10 gençten dördü boşanmak için müracaat ediyor diye başlıklar atılıyor. İnsanımız bu televolelerden çok etkileniyor. Elimi sallasam ellisi diyorlar. Toplumda büyük yaralar açıyor. Herkes yarış halinde teşvik ediyor. Bu çılgınlıklar mutlaka herkesin canını acıtacaktır. Hz. Ali’nin buyurduğu gibi bizim Ehl-i Beyt dostları olarak yolumuz orta yoldur. Eğer bu orta yolu koruyamazsak Ehl-i Beyt bize sitem eder. Bizleri dostluğa da kabul etmez. Çünkü çağdaşlık başka, çılgınlık da başkadır. Çağdaşlık akla bilime yönelmektir. Daha doğrusu bu güne kadar bilinmeyeni üretmektir, çılgınlık ise insanlıkla beraber var olarak gelmiştir.

Kardeşlerim, öyle birilerinin zannettiği gibi İslam Dini’nin esasları Arabistan kültüründen ibaret olan bir din değildir. Bu dinin asıl sahibi Allah c.c. kendisidir. Kerim olan Allah Hz. Muhammed Mustafa’yı alemlere rahmet olarak göndermiştir. Bu rahmetin insanlığa yansıması için de Kur’an ve Ehl-i Beyt’i uyulması gerek emanetler olarak takdim edilmiştir. Bunların tamamı Allah’ın emirleri doğrultusundadır. Müslümanların geri kalmış olmaları İslam’a maledilmemelidir. Bakın Anadolumuzdaki erenlerin başlatmış oldukları vizyon dünyaya ışık tutmuştur. Başlangıçta Osmanlı Devleti’nin itibar kazanması da bu Kur’an ve Ehl-i Beyt vizyonudur. 15. y.y.’den sonra Emevilerin yorumları Anadolu’ya gelmeye başlamış olması Osmanlı’nın da gerilemesine sebep olmuştur. Bütün bunca olumsuzluklara rağmen Avrupalı bilim adamlarına göre 19. y.y.’de İslam’ın çıtası yükselmeye devam etmiştir. Buna sebep Müslümanların durumlarından değil de Kur’an-ı Kerim’in mucizeleridir, demek lazımdır.

Şimdi Hz. Ali’nin kendi dostlarına öğrettiği ve her Cuma akşamı okunmasının sevap olacağını söylediği duanın az bir kısmını okuyarak o şahı merdanın diliyle dua edelim ki Allah c.c. bu duaların hürmetine bize gören göz duyan kulak, anlayan kalp nasip etsin inşallah.

Hz. Ali ağamız rahman ve rahimden sonra buyurur ki; “Ey Allahım, senin her şeyi kaplayan rahmetin hakkına, kendisiyle her şeye üstün geldiğin karşısında her şeyin boyun eğdiği gücün hakkına her şeye galip geldiğin azametin hakkına, önünde hiçbir şeyin duramadığı izzetin hakkına ve her şeyi dolduran azametin hakkına, her şeye üstün gelen saltanatın hakkına, her şeyin fani olmasından sonra baki kalacak olan hikmetin hakkına, her şeyin temellerini dolduran isimlerin hakkına, her şeyi kuşatan ilmin hakkına ve her şeyi aydınlatan cemalinin nuru hakkına. Ey Rabbim senden niyaz ederim. Ey Nur, Ey Kuddus, Ey İlklerin ilki ve ey ahirlerin ahiri olan Allahım, benim ismet perdesini yırtan günahlarımı bağışla. Allahım kötülüklere yol açan günahlarımı bağışla, Allahım nimetleri değiştiren günahlarımı bağışla. Allahım dualarımın icabetini önleyen günahlarımı bağışla. Allahım bana taraf belanın inmesine sebebiyet veren günahlarımı bağışla. Allahım işlediğim ve yaptığım bütün günahlarımı bağışla” derken Hz. Ali ağamız şöyle devam etmekte, buyurur ki; “Allahım ben sana zikrinle yaklaşmak istiyorum. Cömertliğin hakkına senden şafaat diliyorum. Sana yaklaşmayı bana nasip etmeni istiyorum. Allahım zelil olmuş bir dille senden hatalarıma göz yummanı, bana merhametli davranmanı diliyorum. Allahım ihtiyaç ve yoksulluğu şiddetli olan ve katında bulunanlara büyük rağbeti olan kimsenin yalvarışı gibi sana yalvarıyorum.

Allahım senin saltanatın azimdir, mekanın yücedir, tedbirin gizlidir, fermanın aşikardır, kahrın galip, kudretin her yerde caridir. Senin adaletinden kaçmak da imkansızdır. Senden başka günahlarımı bağışlayacak kötü amellerimi iyiye çevirecek kimse yoktur.”

İmam buyurur; “Ey Rabbim kendimi ihmal edip işlediğim kusurlarımdan sonra pişman ve perişanlık içerisinde bağışlamanı ümit ederek tövbe edip tekrar sana yöneldim. Allahım perişanlığımın şiddetine acı. Bedenimin zayıf derimin ince kemiklerimin hassas olduğunu biliyorsun. Ey yaratılışımı gerçekleştirip beni yad eden, terbiye edip rızık veren, beni af eyle.”

İmam duanın sonunu şöyle bağlamaktadır: “Ey ismi deva zikri şifa itaatı zenginlik olan Allahım. Bana merhamet eyle. Ey nimetleri tamamlayıp yayan ey öğretilmeden bilen Hz. Muhammed’e ve Ehl-i Beyt’ine rahmet eyle. Bana da sana yakışır bir şekilde muamele et” demiştir.

12 imama ait olduğu söylenen dualar çoktur. Ancak Hz. Ali’nin bu duasıyla, İmam Zeynel Abidin’e ait olduğu söylenen Allah’ın binbir ismini zikreden duayı Cevşeni Kebir, en çok önem arz eden dualardır. İşte Anadolu erenlerinin de dört kapı kırk makam dedikleri de bu gibi zikirlerle derece derece kapıları aşarak marifet mertebesine ulaşmak maksatını gütmüşlerdir. Yoksa onların maksatları orucu, namazı, helalı haramı, asla terk etmek değildir. Görüyoruz ki bu mübarek duanın asıl sahibi Hz. Ali’dir. O ilim şehrinin kapısıdır. O Allah ve resulünü sevmiş Allah ve resulü de O’nu sevmiştir. O bu duada belirtilen sadakatla bu makama ermiş sevenlerinin kurtuluşu içinde onlara da tavsiyede bulunmuştur. Ne diyelim Allah bizleri de onların şefaatlarından mahrum bırakmasın. Kulakları çınlasın, bizim kalplerimiz temizdir. İbadet etmeye ne gerek vardır diyenlerin herkes bilmelidir ki öyle Ali dostu olmak kolay değildir. Öyle resimlerini evlerimize asmakla da Ali dostu olamayız. Sadece dil ile söylemek de yetmez, bu yolda amel gerek, gayret gerek, sabır gerek, öğrenmek bilmek gerek, daha doğrusu Allah’a karşı iyi bir kul iyi bir insan olmak gerekmektedir. İşin bilimsel yönü budur.

Değerli can yoldaşlarım, hemen insanlık tarihine baktığımızda görüyoruz ki her zaman bir kısım insanlar içine düştükleri nefsani istekleri yüzünden Allahu Teala’yı inkar etmekle bu yolda kendilerini rahatlatmak için bu yola başvurmaktalar. Çünkü onlar biz de Allah’a inandık deseler, o zaman yaşamış oldukları o akıl almaz çılgınlıklardan mahrum kalacaklarını biliyorlar. Tabidir ki bu da onlar için çok zordur. Doğrusu da odur ki Allah’ın varlığına inanmak insanı bu gayrimeşru zevklerden uzak durmayı gerektirir. Bu da azgın bir nefis için oldukça zordur. Öyle ise böylesi insanlar için inkar etmek yoktur demek tek sığınacak çıkış yoludur. Çünkü insanın en büyük düşmanı nefsidir. Onlar da bunu yenemedikleri için kainatın ilahi yaratılışıyla ilgili ne varsa onların bilimsel olmadığını savunurlar. Kur’an-ı Kerim bu hususta buyurur ki; “Onlar senin bu çağrına uymazlarsa sen bil ki onlar sadece kendi nefislerine uyarlar. Onların bazıları insandık deseler de onlar inanmamışlardır. Şöyle aklıselim düşündüğümüzde bunca kitaplar, peygamberler, imamlar, ermişler varken alemlere rahmet gönderilen Resulü Ekrem varken iki emanetin ikincisi olan 14 masum 12 imamlar varken inkar etmek yoktur demek akıl işimidir. Baktığımızda en küçük bir köyün bile muhtarsız idare edilmediği, en küçük bir kulübeni bile kendiliğinde var olmadığını bildiğimiz halde kainatın yaratılışını tabiata ya da tesadüfe bağlamak mümkündür.

Hz. Ali buyurur; “Şayet insan kendisini tanırsa hakkı tanır ama kendisini tanımaz da niçin yaratıldığını bilmezse hakkı tanıyamaz” demiştir.

İyi de bu insansan kendisini hangi ölçülere göre tanıyacaktır. Bunun için öğretmene ihtiyaç varır. Allah c.c. ilmi ledun ile gönderdiği peygamberlerine bu ilmi ilham etmiş olanlara biz zati öğreten olmuştur. Demek ki insanın bu manada iyi bir insan olması için de peygamberlerin imamların bu ilminden faydalanması gerekmektedir.

Diyelim ki Allahu Zülcelal ilk insan olarak Hz. Adem a.s.’ın yaratmış, O’na kendisi yeryüzündeki cisimleri öğretmiştir. Adem a.s. Allah’ın kulu yeryüzünde halifesidir. Adem yeryüzünde ihtiyaç duyduğu ne varsa emeğine maleder. Adem öğrenen Adem öğretendir. Adem Rabbini tanır O’na ibadet eder. Adem hataya düşer, sıkıntılarla karşılaşır, çocukları Habil ile Kabil’in düşmanlıklarına şahit olur. Adem hatalarından dolayı Allah’tan mağfiret diler. Duası kabul olur. Adem a.s. rahata kavuşur ilk peygamber olarak görevini tamamlar rabbine kavuşur. İşte insanlar kendisini tanıması için Adem a.s.’dan ibretler almalıdır.

Kardeşlerim, bunca sorunları dile getirmekle maksadımız ayrılıklar yaratmak, tefrikalar üretmek asla değildir. Belki de ülkemizde zaten var olan ayrılıkları bu bilimsel çalışmalarımızla en aza indirmektir. Biz bu konuda çok samimiyiz. Bana göre ülkesini milletini seven ülkemizde birlik, beraberlik isteyen herkes bu samimi elimize elini uzatmalı ve sesimize de ses vermelidir. Şayet bu çağrımız ciddiye alınırsa görülecektir ki gerginlikler azalacak, onun yerine yaklaşımlar sağlanacaktır. Ancak bunun için de özveri lazım, güçlü olan haklıdır mantığından kurtulmaz lazım. Birbirimize saygılı olmayı bilmemiz lazım. Bugüne kadar dört mezhep hak mezheptir baskısının bir faydası olmamıştır. Bu konuda ülkemizde bilgi eşitsizliği söz konusudur. Uzun zamandır insanımız Kur’an ve Ehl-i Beyt mektebinden mahrum kalmış, onun yerini başka izimler doldurmuştur. Bunun sonucunda neler oluyorsa hep beraber görüyor ve yaşıyoruz da. Bilmiyorum bunları anlatmama gerek var mıdır? Bana göre yaşadıklarımızdan ders almak zorundayız. Gerginliklerin neticesinde meydana gelen olaylardan kâr eden galip gelen yoktur. Ülkemiz, insanımız, dinimiz, ekonomimiz, hatta insanlığımız zaman zaman zarar etmiştir demek lazımdır.

Hz. Ali buyurur ki; “Mükemmel insan o insandır ki başkalarının hatalarını tekrarlamak yerine kendisi nerede hata ediyorsa ona bakan insandır. Şedit insan ise kendi hatasını görmeyen insandır” demiştir.

Öyle ise herkes kendi hatasının üzerinde durursa o zaman var olan sorunlar kolayca aşılabilir. Şüphesiz bu da her bakımdan ülkemizin insanımızın yararına olur diye inanmaktayım. Ancak bizler, Ehl-i Beyt dostları olarak kendimizi muhasebe ettiğimizde bugün ülkemizde olması geren yerde miyiz? Ekonomide, ticarette neredeyiz bu konuda birbirimize olan güvenimiz yeterli midir? Siyasette medyada olması gereken yerde miyiz? Ülkemizde okumuş insanımıza rağmen fakirin, yoksulun ya da felaketzedelerin yardımına koşabilecek bir yardım kuruluşumuz var mıdır? Bana göre olması gereken yerde değiliz. Öyle ise başkalarının hatalarını tekrarlamak yerine mutlaka bu eksikliklerimizi tamamlamalıyız. Bunları yapmadığımız zaman Ehl-i Beyt’e olan dostluğumuz da kabul görmez. İmamı Sadık Buyurur; “İyi iş herkes için iyidir ama bizi sevenler için daha iyidir. Kötü iş herkes için kötüdür ama bizi sevenler için daha kötüdür” demiştir. İşte ben de Aleviyim dedin mi yolun bu yoldur. Nasıl ki İslam aleminin geri kalışı Ehl-i Beyt’in faziletinden yeterince faydalanmadıklarına bağlıysa bu gün bizim durumumuz da bu geri kalışın aynısıdır. Ehl-i Beyt’i iyi tanımış olsaydık daha başka olurduk diye düşünüyorum.

Değerli kardeşlerim, sevgili peygamberimiz bir hadisinde buyurur ki; “Ey insanlar sizler hasta misali Allahu Teala da sizin için tabip misalindedir. Nasıl ki hasta nefisinin istediğini değil de tabibin dediğine uymaksa, sizin de göreviniz Allah’ın emir ve yasaklarına uymaktır” demiştir.

İşte hak ve hakikat bu ölçülere göre bilinmelidir. Örnek olarak hak Nemrud’a göre değil de Hz. İbrahim’e göre, Firavun’a göre değil de Hz. Musa’ya göre, Ebu Cehil Abu Lehebe, Ebu Sufyan’a göre değil de insanlık aleminin efendisi olan Hz. Muhammed Mustafa’ya göre, Muaviye’ye göre değil de Hz. Aliyel Murtaza’ya göre, Muaviye’nin annesi Hindiye’ye göre değil de Hz. Fatımayı Zehra’ya göre, Mervan’a, Yezid’e göre değil de İmam Hasan – İmam Hüseyin’e göre bilinmelidir. İnanın ki bu asrımızda her zamankinden daha çok bu değerlere inanmak ve bunları korumaya ihtiyaç vardır. Çünkü bu çılgınlıkların önüne geçmek ancak inanmakla mümkün olabilir diye düşünüyorum. Allah c.c. insana iradeyi cuziye diye bir yetki vermiştir. İnsan bu yetkiyi iyiye kullanacağı gibi kötüye de kullanabilir. Bedenini aklına teslim ederse Allah’ın emri kendisine daha cazip gelir.

Ama istemediği zaman da aklını nefsine teslim ederek günümüzde görüldüğü gibi hiçbir sınır tanımayabilir de. Ancak verdiğimiz örneklerden şunu anlıyoruz ki, Allah nezdinde hiçbir suç kimseye kâr kalmayacaktır. Diyelim ki, yaşadığımız yarım asırdan bu günümüze kadar nelere şahit olduk dünyada zalim ve zorbalıkları kanıtlanmış olan diktatörlerin bu dünyadaki halleri ne oldu. Bunları insanlık tek ve tek gördü. Buradan şunu anlıyoruz ki bazı haklar bu dünyadan da icra olmaktalar. Ahiretleri ise Kur’an ve Hadislerle beyan edilmiştir.

Bir söz vardır ki balık sudan çıkmadan suyun kıymetini bilmezmiş. İnsan kötülere kızarak hakkı terk etmemeli. Bunca canlı yaratığın içinde farklı yaratılan insan nefsinin isteklerine uyarak istediği gibi yaşamaya, yakmaya, yıkmaya sahip değildir. Bunları yapacak iradeye sahip olsa da sonuca da katlanmak zorundadır. Para kazanmak için eroinle, esrarla insana kıyanlar, ormanları yakanlar, haksız yere masum insanların canına kıyanlar zinakarlar, yoksul yetim hakkı yiyenler hiç merak etmesinler. Hz. Ali şöyle buyurmakta; “Bu dünya imtihan yeridir. Ahiret ise hesap günüdür” demiştir. Ne diyelim, bizden söylemesi taktir sizindir.

Değerli kardeşlerim, ben mensubu bulunduğum insanımızın dertleriyle dertlendiğim, acılarını da paylaştığım biri olarak var olan birikimlerimi ve bilimsel olan araştırmalarımı sizlerle paylaşmak maksadıyla bu gibi çalışmalarımı tam 25 senedir sürdürmekteyim. Ülkemizde zaman zaman yaşanan tatsız olaylar mutlaka insan olarak hepimizi çok üzmektedir. Bu ülkede beraber yaşamak zorunda olduğumuzun bilincinde olmalıyız. Başkalarının hatalarını tekrarlamak yerine bizler nerede hata yapıyorsak onu mutlaka düzeltmeliyiz. Zaten Ehl-i Beyt dostu olan birisine de bu yakışır. İmamlarımızdan verdiğimiz örnekler bunu göstermektedir. İlle de birbirimize benzemeyelim diye zıtlıkların, gerginliklerin kimseye faydası olmaz. Bunlara fırsat vermeyelim. Ülkemizde ehli sünnet kardeşlerimiz kendi mezheplerine göre bilinçlenirken, ne acıdır ki Alevilik adına çıkıp konuşanlar, adeta bu gerginliklerin devam edebilmesi için ne gerekiyorsa onu yapıyor. Onu hiç çekinmeden konuşuyorlar. Bana göre bunlar ya bu konuda tamamen bilgisizdirler, ya da bunu bilerek kasıtlı yapıyorlar. Bunun üçüncü bir tarifi yoktur. Çünkü ben de müslümanım ama oruç namaz bizim değildir. Biz camilere de karşıyız demenin mantığını anlamak mümkün değildir.

Bir kişinin kendi adına inanıp inanmaması ya da kendisi için her hangi bir dini seçmesi de kendi hakkıdır. Bunu anlamakta mümkündür, ama böyle değil de bir kişi kalkar da bir toplum adına kaynağı delili olmayan uluorta konuştun mu bunun kimseye faydası olmaz. Oruç, namaz bizim değildir demek bu din, bu kitap, bu peygamber, bu imamlar da bizim değildir demek olur ki bu topluma bundan daha büyük kötülük olacağını sanmıyorum.

Zaman zaman çıkıp televizyonlardan bu gibi talihsiz konuşmaları yapanlar, hangi maksatla yaptıklarını bilmiyorum. Ancak ülkemizde bu talihsizliklerin acılarını görüyor ve yaşıyoruz. Şayet bu gibi yanlışlıkların önüne geçmesini beceremezsek ileride daha büyük belalar bizi bulur diye kaygılanıyorum. Ben böyle görüyor böyle okuyorum. Zannederim ki buraya kadar gerek Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden gerekse 14 masum 12 imamdan verdiğimiz örnekler bu görüşümüzü böyle anlamak mümkündür. Çünkü insanlık için iki şey çok önem arzetmektedir. Bunun biri dinidir, diğeri namusudur. İnsan hayatında bunlar söz konusu oldu mu bin düşün bir karar ver demişlerdir. Oysaki Anadolu’da er bizim evliya bizimdir. Eline, beline, diline sahip ol vizyonu bizimdir. Burada edep vardır haya vardır dahası inanmak vardır.

Sevgili peygamberimiz buyurur ki; “Bilin ki insanlar arasında zina çoğaldıkça Allah da onlara adı duyulmamış hastalıklar musallat eder” demiştir.

İman Hasan Askeri de buyurur ki; “Bir zaman gelir insanlar güler yüzlü olurlar ama karakalplidirler” der. Şüphesiz günümüz dünyasında bu mübarek sözlerin cevabını bulmak mümkündür. İnsan hayatında öyle değerler vardır ki çağ değişse de onlar değişmemelidir. Mesela yalan gibi her türlü haksızlıklar gibi zina ya da yetim hakkı gibi değerler korunmazsa insanlık zarar eder. Bu gün Avrupaya baktığımızda aile yuvaları yıkılıyor, uyuşturucu kurbanları kat kat çoğalıyor. İlahi değerler yok sayılıyor. Eşcinsellik durmadan artıyor, ama yeni yeni hastalıklar da duyuluyor. İnsanların büyük çoğunluğu yalnız yaşıyor, günlük aylık beraberlikler devam ediyor ama insanlar gülüyor görünüyor. Eğer bir yerde aile birliği yoksa akraba komşu birliği yoksa, ahlaki değerler yok sayılıyorsa böyle bir toplumda mutluluk görmek mümkün değildir.

Denilebilir ki,  sizler iki emanetin önemini anlatmak isterken konuyu Avrupa’ya kadar götürmeye ne gerek var, diyenler olabilir. Ancak konuya başlarken belirtmiştim ki sevgili Peygamberimiz, bu iki emaneti insanlığa haber verirken, insanlığın tamamını hesaba katarak bu haberi vermiştir. Bugün dünyanın neresinde olursa olsunlar, herkesin yaşamlarından alınacak dersler mutlaka vardır. Kur’an-ı Kerim buyurur; “Gelin yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” dendi mi onlar derler ki; “Hayır biz bozguncu değil, ıslah ediciyiz” derler. Onlara siz de Allah’a inanın dediniz mi, onlar derler ki; “Bizde mi aklı olmayanlar gibi inanalım, oysa aklı olmayanlar, onlardır.” Bilhassa ben Ehl-i Beyt dostuyum dedin mi, yolun bellidir. Bu yol hak yoludur. Bu yol 14 masum 12 imamın yoludur. Bu yolda Allah ve Resulünün istemediği imamların istemediği her türlü kötü davranışlar kabul görmez. İşte ben de Aleviyim dedin mi yolun bu yoldur. Bu yol sıratı müstakime çıkar. Bu yolda takva vardır, sabır vardır, mutluluk vardır.

Kardeşlerim, ben bütün bunları anlatırken gelin işimizi gücümüzü terk edip dervişlik yapalım demiyorum. Gelin bilimsel yollardan Kur’an ve Ehl-i Beyt’in nurundan faydalanarak bu dinsizlik lekesini üzerimizden kaldıralım diyorum. Bu konudaki bilgi eksikliklerimizi gidererek ihtiyaç duyduğumuz dini vecibelerimizi yine bilimsel olarak emeğimize maledelim diyorum. Ülkemizde bu güne kadar kimler olduklarını bilmediğimiz tanımadığımız kırklar diye birilerini arayacağımıza bize 14 masum 12 imamlar yeterlidir diyorum. Çünkü ben Aleviyim diyen bir kişinin dini İslam, kitabı Kur’andır diyorum. Asıl manadaki Alevilik biz kalktık böyle gördükten ibaret olmadığını söylüyorum. Bütün bunların tamamı aklı selim isteklerdir, kaynağı delili bellidir. Bütün bunlar olursa farzın sünnetin yeri belli olursa o zaman bize ait olan edebiyatımızın da deyişlerimizin de halk türkülerimizin de şüphesiz değerleri artacaktır. Çünkü her şey yerinde daha güzeldir. Şayet bunlar olursa ülkemizde yaklaşımlar olur, huzur ve güven artar. Bu durum ülkenin kalkınmasına da yansır diye düşünüyorum. Sona yaklaşmışken şu deyişlerimle bir şeyler vermeye çalışalım diyorum.

Allah yarattı insanı

Hikmetler var bu insanda

Yaratılan ilk insan hani

Hikmetler var bu insanda

Nuh Nebi gemiye bindi

İbrahim’e kurban indi

Musa’ya bir nida geldi

Hikmetler var bu insanda

Süleyman emretti tahtını kurdu

Ferhat aşık oldu dağları deldi

Yunus aradı maşukunu buldu

Hikmetler var bu insanda

Bir nice nebi mürseller geldi

Erenler bu yolun sırrını bildi

Nemrut Firavun da bir insandı

Hikmetler var bu insanda

Allah nurunu tamamladı

Muhammed’e habibim dedi

Ali Murtaza’yı yardımcı kıldı

Hikmetler var bu insanda

Kirazlıyım hakka kurban

Ondört masum oniki imam

Yardımcımız sahibi zaman

Hikmetler var bu insanda

Allah emretmiştir bu güzel dini

Bu dine ilk uyan Alidir Ali

Resulü Ekrem’e inmiştir Kur’an

Kur’an-ı okuyan da yazan da Alidir Ali

Müşrikler Muhammed’e tuzak kurdular

Bir yere toplanıp hep bir oldular

Bu gece bu iş bitsin dediler

O gece yatakta yatan da Alidir Ali

Uhud’da  üşüştüler ol Nebinin başına

Zarar verdiler O’nun mübarek dişine

Yetiş ya Edrikli Ali deyişine

İmdada yetişen de Alidir Ali

Hendek’te Abdudun başını vuran

Heyber’de kalenin kapısını kıran

Dört kitabı okuyup ezberden bilen

İsmi Azam duasını da bilen Alidir Ali

Mescidi Harem’den dünyaya gelen

Muhammed Mustafa’ya gönlünü veren

Yedi yıl onunla ilk namaz kılan

Zülfükarın sahibi de Alidir Ali

Kirazlıyım Ali’ye olayım kurban

Yaram çok derindir bulunmaz derman

Mülcem oğlu müradiye verdiler ferman

İslam için mazlum ölen de Alidir Ali

Canım sana kurban olsun ya Ali.

Sensin Allah Resulünün vasisi

Sensin müminlerin geçek emiri

Evliyalar şahı erenler piri

Alim Alim canım Alim.

Canım sana kurban olsun ya Ali

Sana açılmıştır ilmin kapısı

Sen okurdun ismi azam duası

İlla Ali illa Zülfükar sesi

Alim Alim canım Alim

Canım sana kurban olsun ya Ali

Sensin Hasanla Hüseyin’in babası

Sensin Fatımayı Zehra’nın kocası

Başından bitmiyor küprün belası

Alim Alim canım Alim

Canım sana kurban olsun ya Ali

Onbir nur doğmuştur senin soyunda

Sana eriş olmaz hakkın yolunda

Bize yardım eyle mahşer gününde

Alim Alim canım Alim

Canım sana kurban olsun ya Ali

Sen doğmuştun Beytullah’ın içinde

Elif mim yazılı senin kaşında

İbni mülcem vurdu senin başında

Alim Alim canım Alim

Canım sana kurban olsun ya Ali

Kirazlıyım kölen bile olamam

Olsam bile kıymetini bilemem

Senin düşmanından medet dilemem

Alim Alim canım Alim

Canım sana kurban olsun ya Ali

Değerli kardeşlerim, bana göre Allahu Zülcelal vardır, duyandır, görendir. Tüm nizamı alemi kuşatandır. Yarattığı mahlukatın içinde insan çok değerli bir varlıktır. O’nun gönderdiği peygamberler, kitaplar, hak üzeredirler. Bu emirlere uyamayız, Kur’an ve Ehl-i Beyt’e uyamayız kötüler vardır diye terk edilmez. İyiler de vardır, onlar nasıl bu emirlere uymuşlarsa öyle uyulur. Bana göre şu beş günlük dünyada bu değerlerin kıymetini bilmemiz gerekir diye düşünüyorum.

Ne diyelim ben iyi anlatamadımsa inşallah sizler çok iyi anladınız. Maksatımız kimseyi kırmak asla değildir. Her nereden dinleniyor ve izleniyorsam, hepiniz Allah’a emanet olunuz derken, Allahu Zülcelal yardımcımız, 14 masum 12 imamlar kılavuzumuz olsun, en içten saygılarımla der sizlere mutluluklar dilerim.

Ali KİRAZLI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.