AleviSesi

Alevilik, Hz. Ali (a.s)'ın yolundan gitmektir.

Köşe Yazıları

Hüseynî Şahadet

Hüseynî şahadet, öyle bir insanın öldürülmesidir ki, kendi öldürülmesi için kıyam etmiştir… İmam Hüseyin (a.s) bir başkadır. O, kendi silah zoruyla düşmanı yenilgiye uğratmak için harekete geçip zafere ulaşmak isteyen, ama başaramayan ve vahşi bir terörle öldürülen bir şahsiyet değildir. Hayır, asla böyle değildir. O, bazıları gibi (Abdullah b. Ömer) pasif bir yol izleyerek evinde oturup hayatta kalabilecek bir durumda iken kıyam etti, bilinçli bir şekilde ölümü kucaklamaya koştu, zillet altında yaşamaktansa izzetli şahadeti tercih etti…

Yine o, bir diğer bazılarının yaptığı gibi (Abdullah b. Zübeyir), Kâbe’nin kutsallığına ve dokunulmazlığına sığınarak canını kurtarabilecekken, tüm benliği ve varlığıyla kendisini dine siper etti, dinin kutsallarına sığınıp onları kendine canına siper etmedi. Tüm aile fertleriyle Kâbe’nin hürmeti zedelenmesin, Allah’ın evinde kan dökülmesin diye çoluk çocuklarını da yanına alarak dini korumaya koştu. Kendisi dine feda olmak için giderken, çocuklarını da Zeyneb’in önderliğinde mesajlarını iletmesi için yanında götürdü…

İmam Hüseyin (a.s) bir şehittir ki, öldürülmeden önce bile şahadete ermişti; hem de kendi evinde, Medine’de… Medine’nin hâkimi Velid tarafından biate çağrılırken, “Hayır!” demekle şahadeti seçmişti. Çünkü “Hayır!” demesi, kendisinden istenilen şeye karşılık, şahadeti seçmekti. İşte Hüseyin (a.s) o andan itibaren şehittir…

Evet, İmam Hüseyin (a.s) zahirî zafere ulaşmayacağını bildiği hâlde, isteyerek ve severek şahadet yolunu seçti. Kendilerine sayısız öğütler verdiği katı kalpliler üzerinde etki yaratamayan Hüseyin, aslında şahadetiyle mağlupken galip oldu. Çünkü Hüseyin’in (a.s) şahadeti, İslâm ümmetinin kendi asıl hüviyetini bulmasına ve bilinçlenmesine yol açarken, Allah Resulü (s.a.a) evlatlarını katleden Yezid ve Yezidîlerin gerçek mahiyetinin ortaya çıkmasını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi…

Hüseynî şahadette, Allah’ın dinine yardım etmedeki ilk İslâmî görev şahadettir. Burada, Allah yolunda cihat eden kimse, kendi şahadetiyle Allah’ın dinine yardım etmektedir. Nitekim Hamzaî (Hamzavari/Hamza misali) cihatta, savaşan kimse öldürmekle Allah’ın dinine yardım etmektedir.

Hüseynî şahadette şehit, güzel ölmekle zafere ulaşır, Hamzaî şahadette ise güzel öldürmekle… Hüseynî şahadette şehit, zahirî yenilgisiyle düşmana galip gelir, Hamzaî şahadette ise düşmanı yenilgiye uğratmakla… Hüseynî şahadette şehidin birincil görevi şahadettir; ama Hamzaî şahadette şehidin ilk vazifesi, düşmanı yenilgiye uğratmak için savaşmaktır…

Hüseyin (a.s) öyle bir ailenin çocuğudur ki, hayatta iyi ölme hünerini çok iyi öğrenmiştir… Şahadetin büyük öğretmeni kıyam etmiş; savaşı, yapabilmekte bilenlere ve sadece düşmana galip gelmekte görenlere, şahadetin kaybetmek olmadığını, aksine seçmek olduğunu öğretmiştir. O seçim ki, savaşçı özgürlük mabedinde, aşk mihrabında kendi canını feda ederek zafere ulaşmakta, Âdem’in vârisi olmakla Âdemoğullarının güzel yaşamayı ve güzel ölmeyi öğrenmelerini öğretmektedir…

Şahadet, Allah erlerinin hüneridir. Nasıl ki güzel yaşamak ve güzel ölmek, Allah erlerinin hüneridir. Güzel ölmek, öyle bir hünerdir ki şehitler ilk aşamada onu miras alırlar. Güzel ölmekle de, kendi canlarını Hak Teâlâ’nın yolunda feda etmekle zafere ulaşırlar.

Hüseyin’in (a.s) feryadı şuydu: “Yapamamakta bile yapma gerekliliği vardır.” Onun için hayat, akide ve cihattan ibarettir. Dolayısıyla eğer hayatta ise ve hayatta olduğu için, akide yolunda cihat etme sorumluluğu taşımaktadır. Ona göre diri olan her insan sorumludur, sadece yapma gücü olan kimse değil. Zaten Hüseyin’den de diri kim olabilir? Hüseyin; diri, âşık ve bilinçli insanlığın en yüce örneğidir. Yapabilmek veya yapamamak, zaaf ve güç, yalnızlık veya topluluk, yüklenilen misyonun ancak şeklini ve niceliğini belirler, asıl varlığını değil…

Dolayısıyla yapma gerekliliği; dinî ve şer’i sorumluluğu yapmak için çaba göstermek, hedefe ulaşmak için tüm imkânları seferber etmek, zamanın ve şartların elverişliliğini dikkate alarak ilâhî sorumluluk yolunda her şeyi göze almak demektir. Böyle bir düşünceye ve inanca sahip insan için önemli olan, Merhum İmam Humeyni’nin de buyurduğu gibi, “vazifeyi ve sorumluluğu yerine getirmektir, sonuca ulaşmak değil.” İnanç yolunda cihat eden ve çaba gösteren kimse, yerine getirmesi görev ve teklifle mükelleftir, netice ve sonuçla değil…

Her Müslümanın her şartta yerine getirmesi gereken bir vazifesi vardır. Ancak zamanın şartları ve iktizası sonucu bu vazifenin şekilleri değişebilir. Özel bir zaman diliminde vazifeye amel etmek cihatla ve kılıçlı kıyamla gerçekleşebileceği gibi (Hüseynî kıyam), bazen de barışla gerçekleşebilir (Hasanî sulh). Nitekim bazen dua, yakarış ve ağlayışla gerçekleşebildiği gibi (Seccadî duruş), bazen de fıkhî meselelerle ilgilenmek ve inancın altyapısını oluşturan ilmî gerçekleri ortaya koymakla gerçekleşebilir CaferÎ hareket). Fakat zamanın değişmesiyle hiçbir şekilde değişmeyen tek gerçek, teklifi eda etmenin ve vazifeyi yerine getirmenin bizzat kendisidir.

Hayatta kalma pahasına her türlü zillete boyun eğenler, tarihin dilsiz, suskun ve alçak ölüleridir. Oysa zalimlerle ve zulüm altında yaşamayı zillet bilenler, Kerbela’da olanlar gibi her zaman ve mekânda haykıran dirilerdir. Çünkü şehitler her zaman diridirler. Hüseyin de tarihteki şehitlerin en dirisidir. Onun adı, yâdı, hatırası, düşüncesi, zalimlere haykırışı ve direnişi tarih süresince tüm kıyamların güç ve ümit kaynağı olmuş, tüm nesillere örnek teşkil etmiştir. Hüseyin’in kanı öyle bir yaşam sebebidir ki, tüm zamanlarda millerlerin ruhlarına işlemekte, onların zahirî hayatın ötesinde gerçek bir hayata davet etmektedir. O nedenle Hüseyin sonsuz bir diridir ki, her yıl tekrar şehit olmakta ve herkesi kendi zamanındaki hak cephesinin yardımına çağırmaktadır. “Her gün Aşura ve her yer Kerbela” gerçeği bundan ibarettir. Eğer Hüseyin, “Yok mu bana yardım edecek kimse?” diyorsa, gerçekte tüm tarihin insanlarına sesleniyor ve onlara, “Yok mu hakka yardım edecek kimse?” diyor.

Bu nedenle zahiren ölüm ve mağlubiyetle sonuçlansa da Kerbela kıyamı, toplum düzeyinde her ferdin düşüncelerinin ve hislerinin derinliklerine işlemiş ve tüm tarih ve zamanlarda değerler uğruna yapılan kıyamların ilham kaynağı olmuştur. Nitekim başlarında Zeynep olmak üzere Kerbela esirlerinin izzetli duruş ve haykırışları da geride kalanların görevlerine örnek teşkil etmiştir.

Evet, Hüseyin, kanıyla izzet tavrını, zalimlerle zillet içinde yaşamaktansa izzetle ölüm tercihini, tahrife ve yokluğa yüz tutmuş ilâhî ve insanî değerleri ihya hareketini ortaya koymuş ve öz Muhammedî dinin kıyamete kadar hayatını sürdürmesini garantilemiştir. Bu nedenle büyük bir düşünür şöyle diyor: “İslâm’ın temeli nebevîdir, bekası ise Hüseynî’dir.” Peygamberimizin kıyamıyla inşa edilen İslâm dini, Hüseyin’in kıyamıyla varlığını sürdürmüştür. Bu da Resulullah’ın şu sözünün açıklamasıdır: “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim.” O nedenle diyoruz ki, Hüseyin’i anmak tüm güzellikleri anmaktır. Hüseyin’i yaşamak bütün güzellikleri yaşamaktır. Hüseyin’i yaşatmak, her güzelliği yaşatmaktır. Hüseynî değerleri zinde tutmak, İslâmî yaşayışa hayat ve can vermektir. Hüseynî olmak, her zaman ve mekânda hakkın yardımcısı olmaktır, Hüseynî şahadetle şehitler kervanına katılmaktır… Nitekim Zeynebî olmak da esarette izzetli duruş sergilemektir, esaretle şahadeti yaşatmak ve uğruna dökülen kanları sonsuza dek amacına ulaştırmaktır…

(Not: Önceki makalenin devamı bir sonraki yazıda devam edecektir.)

The following two tabs change content below.

Musa GÜNEŞ

Latest posts by Musa GÜNEŞ (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.